28 Şubat 2015 Cumartesi

Şubat (2015) Ayında Okuduğum Kitaplar...

*Bu bir aylık okuduğum kitaplar yazısıdır... :)


Şubat bitmek üzere. Ve bu akşam, epey verimli geçirdim bu ay'ı diyebiliyorum şimdi. Birkaç aydır, böyle kitap okuyamamıştım sanırım. Sonbahar benim için epey verimsiz geçmişti; hem kitap okumam hem de film izlemem açısından... Bu ay 4 kitap okumuş, 10 film izlemişim...

Gelelim Şubat Ayında Okuduğum Kitaplara; 

Şubat ayında bitirdiğim ilk kitap, Eragon oldu... Sonbahar'dan bu yana, elime bir alıp bir bıraktığım kitap olmuştu kendisi. Şubat ayının ilk haftalarında elime tekrar alıp, kaldığım yerden 3-4 günde bitirmiştim. Kötü bir kitap mıydı, hayır. Sadece, Sonbahar aylarında bitirebilecek güç içimde yoktu sanırım. Olur ya; bazen okuyamazsınız veya yazamazsınız. Eliniz gitmez işte bir türlü. Eragon'un okudum yazısı ise burada... :)

Antalya'ya gitmiştik 1 haftalığına daha sonra, Şubat'ın ikinci haftasında... Neden gitmiştiniz derseniz, sebebini buradan okuyabilirsiniz... Oraya giderken yanımda 3 kitap götürmüştüm. Bu 3 kitap, üstteki resimde bulunan kitaplar... 

Taaşuk-ı Talat Ve Fitnat- Şemseddin Sami; Antalya'da okuduğum ilk kitap oldu. Eragon'dan sonra Şubat ayının en çok beğendiğim diğer kitabı oldu. Hikayesi çok güzel ve özgün geldi bana. Önceden okusaymışım keşke dedim. 

Kohlhaas İsyan-H. Von Kleist; değişik bir kitaptı bence. Bir at tüccarının, atlarına yapılanlar karşısında mücadelesini anlatıyordu kitap. Ama hiç es noktası olmaması beni zorladı. Hiç bir bölüm ayırma yoktu. Başladığı noktadan, son sayfasına kadar paragraflar sürüyor da sürüyor. Bu beni yordu bir tek. Kaldığım olayları çözmekte zorlandım, durak noktaları verdiğinde. Anlatımı beni zorlayan bir kitaptı...

Ve bitiremekte çok zorlandığım kitap, Decameron Hikayeleri-Gıovanni Boccacio; Hikayeleri birbirine tekrarlayan birçok hikayeyi ard arda veya aralıklarla okumak epeyce yorucu idi. Bölümsüz olan Kohlhaas İsyan zorlamış dahi olsa, bitiremeyecek kadar değildi. Ancak Decameron Hikayeleri benim için zorlu bir kitaptı. Kütüphanemde, zorlu kitaplar halinde yer aldı maalesef...


Böyle işte, toplamda 4 kitap bitti bu ay... 

Ocak ayında 1, Şubat ayında 4 olmak üzere; 2 ayda 5 kitap okudum şimdiye kadar. (Resimde görüldüğü gibi...) Bu sene kendime 50 kitap okuma hedefi koymuştum. Olur mu? Olur bence... :) 

Şubat güzel geçti işte; bu sebepler açısından da, normal açıdan da. Şükür yani... Mart için diyeceğim, Şubat'ı aratmazsın bizlere inşallah. Mart güzel gelsin ve daha da bol okumalı geçsin hepimiz için inşallah... 

Sevgilerimle... :)

24 Şubat 2015 Salı

Oyundan Ayrı Kalıp Yazamıyorum...


Başlıkta da yazdığım gibi, oyundan ayrı kalıp yazamıyorum bu sıra. E malum kuzucum geri döndü Pazar günü, kavuştuk ve doyamıyoruz ikimizde oyuna... =) Çok özleşmişiz ailecek. Beraber oyun oynamayı da özlemişiz epey; yazıyoruz, çiziyoruz ve oyun kurmaya devam ediyoruz şükür... 

Görüşmeyeli resim yapmaya başlamış iyice kuzum. Resim kabiliyeti çocuk çizimlerinden bile kötü olan teyzesiyle, gündüzleri resim çizmeye çabalıyor her fırsatta. :) Gündüzleri diyorum; malum babam eve gelince, (resim kabiliyeti benden çok çok iyi olduğundan) hemen ona devrediyorum çizim işini genellikle. :D 


Hafta başında da hızla Yalova yollarına düşmeye başladık yine Kağanımla... Evet evden çıkışlarımız bazen zor oluyor ama, yine de eskiye nazaran şükür daha iyiyiz. Maşallahları alabilir miyim bu tarafa?? :)

Üstteki resim, dünden Yalova'da epey oyun oynayıp yorulan annanne-torunun dönüşteki uyku halleri... Bu sıralar şimdiki sorunumuz; uykularımızı düzene koymak... Geç yatıyoruz ve geç kalkıyoruz yine maalesef, düzelir kısa zamanda inşallah... :)


Dediğim gibi oyunlar oynamanın yanı sıra, çoğunlukla çizim yapıyoruz. Kuzumla vakit geçirmeyi çok özlemişim. İnternete girme işini de akşamlara bırakıyorum bu sebeple yine. Kağanım olduğu vakit; ya o uyurken, ya da o annanne ve dedesiyle oynarken girebiliyorum nete. "Bir çocukla oynamanın bu kadar da zevkli olabileceğini bilmezdim, yeğenime kadar" diyorum yine bu sıra... :) (Biliyordum ama bu kadar da değil. Her gün oynayabileceğim bir çocuk olmadı bu yaşıma kadar yakınımda sonuçta...)

Üstteki çöp adam benim çizimim, gerisi de kuzumun çizimleri. 2,5 yaşında birine göre benzetme kapasitesi yüksek gibi. İlk çizimleri olmasına rağmen, güzel çiziyor bile kuzum...


Üstteki resimde iki gözü ve burnu var gibi görünen daire şekli, benmişim. Kağan'ım öyle dedi =) Nasıl, güzelim ama değil mi? =)

Hayat bir çocukla beraber iken, daha gerçek ve daha anlam yüklü. Ve tabii sevdiklerinle iken, hep daha önemli... Düşüncelerimi derinleştiren her anımı da değerlendiriyorum bu sıra. Derin duygularla dolu anlar, daha da ilham veriyor bu sıra ve daha da güzelliklere sürüklüyor gibi...

Her geçen gün eskisinden daha çok vaktimi güzel ve sağlam değerlendirmeye çalışıyorum bu sıra bir de... Sanki anımı telaş içerisinde geçiriyormuşum gibi geliyordu bir süredir ve iyi değerlendiremiyordum hayallerim için anlarımı sanki... 2-3 gündür bu duruma da daha çok odaklandım gibi. Bir gelişme var mı, onu henüz bende bilemiyorum... :)

İşte böyle; Oyun oynamaya aç kalmışım Kağanım yokken resmen, oyun anlarımızı o da bende sömürüyoruz yine... Akşam uykularımızı düzene sokma çabalarımız hakim bir de bu sıra. O da olacak inşallah, kavuştuk ya işte sonunda... Ev ahalisi olarak halimizden memnunuz şükür. Sizler de iyisinizdir inşallah? Sevdiklerimizin ve oyun anlarımızın kıymetini bilelim. :)

Sevgilerr...

22 Şubat 2015 Pazar

İzledim - Keşke (If Only)

*Bu bir İzledim yazısıdır... :)


"Geçmişin hiçbir önemi yok, önemli olan şimdi..". İşte 2-3 gün önce izlediğim, filmde geçen bu cümle ile özetleyebilirim size filmi. Aslında hepimizin diline pelesenk olmuş bir cümle değil mi; Önemli olan şimdi. Ama hayatın içinde akıp giderken; bunu bir hatırlıyoruz, bir unutuyoruz...

Şu an için, ileride keşke dememek için çok fırın ekmek yememiz gerek. Ve bunu şu an yapmamız gerek... Film tam da bunu anlatıyor işte. Keşkelerimizin, hayatımızda nasıl da yer edindiğini. Ve maalesef bu durumu düzeltebilmek için ikinci bir şansımızın bile olmadığını hatırlatıyor; ikinci şans bu filmde verilmiş bile olsa...

Aşkı ve anı kaçırmak büyük bir delilik olsa gerek, bunun farkına varmak için acılara teslim olmamalı hayatta. Hayat keşke demek için, çok kısa. Ve keşke demektense, geri dönüşü bulunmaz yola sapmamak gerek hayatta...

Bu kötü haberlerle dolu yaşadığımız günlerde, hayatı geciktirmememiz gerektiğine inandıracak bir film olarak; Keşke filmini izlemenizi öneririm sizlere... Başrollerinde Jennifer Love Hewitt ve Tom Wilkinson yer alıyor. Başta acaba mı dedirtiyor film. Ama daha sonra, aslında film baştan itibaren başlıyormuş dedirtiyor. Bazı filmler ısındırır hani, artık başlasın, deriz. Bu film başından itibaren, birşeyler vaad ediyor bence...

Ve filmde Samantha rolünde oynayan Jennifer Love Hewitt'in oynadığı Samantha karakterinde seslendirdiği şarkılar, daha da bir renk kattı filme bana göre. Ben şarkıları da çok sevdim. Jennifer Love Hewitt`in sesinin güzel olduğunu da, şarkı söylediğini de bilmiyordum. Filme şans vermeseniz bile, bu şarkıyı ve bu şarkıyı dinleyin. Bugün benden sizlere gelsin... Sevgiler... :)

Not; Sevgili yeğenin Kağanım bugün geldi annesiyle, babaanne ve dedesi dun gitti ve biz kavuştuk yeniden. Günümüz şenlendi. Hepimize mutlu pazarlar ve şimdiden yeni hafta da mutluluklarla dolu olsun inşallah.. :))

20 Şubat 2015 Cuma

Kendini Sevmekle Başlar Herşey...


Bu sıralar, yazasım varsa da yazamadım pek. Ama hep içimden geçen; "kendini sev, kendini tanı ve kendinle ilgilen." cümleleri oldu...Tanıyorum diyorum da kendimi, derinliğimde benim de cevaplandıramadığım sorular var hala kendimde saklı. Onları sorguluyorum bende bu sıra yine...


Kendini sevme konusu, yürekten tavsiyemdir herkese... Ben ne olursa olsun kendimi sevmekten vazgeçmedim. Öğretildi ve empoze edildi ki bana küçüklüğümden beri, bir insan sevmezse kendini; ne mutlu olur kendisi ne de mutlu eder çevresini... :) Bu hayat felsefemdir, dersem yalan olmaz işte...

Kendini bilmek ise; kendini tanımak demek. Biz bizi tanımadan, hayata nasıl hazırız diyebiliriz ki? Hayatta önceliğimizde, kendini tanımaya hep devam etmek gerek bence... 

Ve kendinle ilgilenmek unsuruna gelince; bu benim yer yer unuttuğum yer yer de umursamadığım bir nokta olabiliyor bazen. Hayat kısa dememize karşın, nasıl da umursamıyoruz bazen kendimizi bile değil mi? Oysa başkalarıyla ilgilenmekten veya hayatın karmaşasında boğulmadan önce, kendimizle ilgilensek; sorunların başını çözmez miyiz? İhmal etmemeye çalışıyorum bu durumu, bazen göz ardı ediyor olsam bile...

Düşünürüm, düşündükçe de yapmam gerekenleri tartarım kafamda ben hep. Bu ara da böyle, kendime ve isteklerime odaklandım da yazamadım... Kendimle ilgilenmem daha odaklıydı sanki bu sıra... Kendimi biliyor muyum dersek, kendimi sevdikçe tanımaya da hep açığım diyorum kendimce...  Ve kendimi sevme olgumu bile seviyorum ben. (Kendini beğenmişlik gibi görülmez inşallah. :) )



 Evet; yukarıdaki resimdeki tweet'im gibi, bir zaman bende "Beni nasıl beğenirler?" olgusuna takılmıştım ve epey üzmüştüm kendimi. O kısa anlar, en boş vakitlerimmiş meğer. Şimdi düşünüyorum da, kendi beğenimden çok başkalarının beğenilerinin önemini yüksek tutarak nasıl da haksızlık etmişim kendime... Ve şimdi, şükür ki uzun bir zamandır, bu konuda da neyin yanlış neyin doğru olduğunu bildiğimi düşünüyorum...


Kendini sevmek en başta geliyor, kendini tanımak ve kendinle ilgilenmek ise hemen sonra bana göre... Bu 3üyle başlıyor doğru ve dingin hayatımız. Kendimizi sevmeyi ihmal etmeyelim, hiçbir zaman. Ama kendimizle ilgilenirken, sevdiklerimizi de ihmal etmeyelim... Demek istediğim; kendini sevmekle başlar hayat ve hayata dair herşey. Sevilmek de sevmekten gelir sonuçta, değil mi? :)

Sevgilerimle...

16 Şubat 2015 Pazartesi

Biz Döndük Antalya'dan...


Dün itibariyle Antalya'dan döndük biz efendim. Yanımızda bir yolcumuz daha vardı, onu okuduğu şehre Isparta'ya bıraktık önce. Ve bir ilke de imza atmış olduk böylece. Bu yolculuk Merom ile benim, ilk beraber uzun yolculuğumuz oldu. :) 

Antalya-Isparta nedir ki demeyin, insan sevdiği insanlarla biriktirdiği ilklerine seviniyor ve bu ilklerle çok mutlu olabiliyor... Meromdan bahsedişlerimden ötürü, ismini birçoğunuz benden duymuşsunuzdur. Kendisi yukarıdaki resimde yanımda oturan şahıs işte... Merom ile, yengem ile dayımın evlenmesi sayesinde tanıştık ve hem akraba olduk hem de çok iyi dost. İyiki varsın dostum... 

Yani; dün itibariyle o okuduğu şehre, bizde yaşadığımız şehre dönmüş bulunuyoruz böylece... :)


Güzel bir yolculuk, hoş sohbetlerden geçer bence. 4 kişilik başlayan yolculuğumuzda bu hakimdi yine öncelikle, annem-babam-ben ve Merom. Derken Isparta dağlarını görmemiz çok uzun da sürmedi. Yolculuklarda da resim çekmeyi sevdiğimi biliyorsunuz artık. Dün yol fotoğrafçılığı yaptım yine kendimce... :)


Muhabbet ve yolculuk sürerken, bir de baktım Isparta'ya yaklaşmışız. Isparta'ya girmeye yakın, kayalıklardaki şu görüntüyü görünce de yakalamadan edemedim elbette. Sanırım bir sığınma yeri gibi oyulmuş kayanın içi. Doğamız güzellikle dolu...


Her yolculuk bitiyor işte, Antalya-Isparta yolumuz da 1 saat sonunda bitti. Mero'mu evine teslim ettik , biraz tarifte zorlansa da dostum; neyse ki evlerini kolay bulduk... :) Ve sonrasında da yolumuza devam ettik... Ön kadro resimde görüldüğü gibiydi. Malum Kağanım olmayınca, ön tarafı anneme devrettim bu sefer. Arkaya ilk oturuşum değildi ama, ilk yalnız oturuşumdu Antalya'ya gidiş ve dönüşte... Arka koltuğun da rahatlığını keşfetmiş oldum böylece... :)


Velhasıl; dün şükür rahat döndük. Antalya'dan çıktıktan sonra, yol kenarları hep böyle karlı idi. Epey yağmış ve daha da yağacak diyorlar. Yağsın, kış da kışlığını yapsın diyorum ama, Antalya'da bile üşüdük 1 hafta boyunca. Yine de Allahım yardımcımız olsun, karda kışta... 

Dönmek ile bitmedi olayımız; başladık yeniden tedavilerime, kaldığımız yerden devam ediyoruz şükür. Bugün Uzay Terapim vardı Yalova'da, Çarşamba günü Fizik Tedavim var aynı yerde. Perşembe-Cuma, malum kendi rehabilitasyonumdan aldığımız haftalık fizik tedavim var. Haftaya hızlı başladık yine yani. Bundan sonra bırakmadan tedaviye devam inşallah... Yeni haftaya ve önümüzdekileri haftalara da; bu haftaki gibi azimle ve yeniden başlama enerjisiyle girebilmeyi diliyorum. 


Bu hafta ve önümüzdeki hafta için de dileklerim; korkularımızdan ve endişelerimizden bir an önce arınabilmemiz için... Zor günlerden geçiyoruz yine; endişe hepimizin içine işledi, Türkiye'de kadın kimliğimizle yaşayabilmek zorlaştı iyiden iyiye. Şiddetten uzak durabilmek için, sevginin topluma işleyebilmesi gerek diyorum bende. Çocuklarımıza ve birbirimize sevgiyi aşılayalım. 

Sevgilerimle, endişesiz ve aydınlık günlere varabilmek dileğimle...

15 Şubat 2015 Pazar

Seviyorum... - #2 - Can Atilla-Cariyeler Ve Geceler

"Seviyorum..." diye bir yazı dizisi başlatma kararı almıştım, birkaç hafta önce. İlk yazısı burada... 
Bu yazı dizisinde, müzik adına dinleyip beğenerek keşfe daldığım müzikleri paylaşacağım demiştim... Bu yazımın da konusu, Can Atilla'yı keşfetme müziğim hangisiydi ve en çok hangi şarkısını dinledim. İyi okumalar... :)


Can Atilla ile tanışma şarkımız çok garipti esasında. Televizyonda Kral Pop'un, neredeyse tek müzik kanalı olduğu zamanlarda bir defasında klip şeklinde çıkmıştı Cariyeler Ve Geceler şarkısı... Ve sonra sürekli çıksın dursun da izleyeyim diye beklemiştim. Öylesi güzel öylesi tatlı gelmişti müziği ve sesin tatlılığı... (Ses bir kız sesi tabii ki...)

Can Atilla'dan bahsetmişken "kimdir?" dersek eğer; Türkiye'de New Age müziğinin uluslararası platformda temsilcisi olmasından başlayıp, diğer her türlü bilgisini burada bulabilirsiniz...


Gelelim tanışma müziğimizi söyleyen kişiye, Elif Gökalp adlı bir sanatçıymış. Sesine sağlık... Cariyeler Ve Geceler'i 2008-2009 senelerinden biri biliyorum ancak, Can Atilla'ya ait olduğunu yeniden keşfetmem bu sene gerçekleşti. Klibini daha değişik ve daha çok bir kuşun üzerinde uça bir kız da vardı diye hatırlıyorum. Ama değişmiş sanki... Üst üste dinleyememiş olmamdan ötürü, bu sene ancak tam kaynağını bulabilmem gerçekleşti. Can Atilla'ya dahi ait olduğunu bilemiyordum tam, derken Can Atilla'nın müziklerini keşfe dalmışken karşılaştım yeniden geçen haftalarda. Çünkü, ilk dinlediğim zamanlar internete şimdiki kadar hakim değildim... Dinleyin derim, ben hala dinlediğimde beğeniyle dinliyorum. :)


Bir şarkısı daha var ki Can Atilla'nın, Rumeli Hisarı'nın Yapılışı, bir başka dinlerim yine kendisini. O şarkı için de, buraya bakabilirsiniz... Bir tek iki yapıttan değil, birçok güzel eserin sahibi Can Atilla... Müziğiyle Anadolumuzu, ülkemizi, çok güzel tanıtıyor dünyaya... 

Diyorum ki; Can Atilla'yı dinleyin, kendisi başarılı bir müzisyen. İleriki zaman da başarılarının daha da katlanacağına inanıyorum... Bu Pazar'ın müzikleri, bu iki şarkı olsun diyorum. Mutluluk ve umut aşılasın, her iki müzikte inşallah...

Ve içimize ferahlık dolacak haberler alabilmemizi umuyorum bugünlerde bir de... Zira günlerimiz epey kötü haberlerle geçiyor, ülkemiz vahşetlerle dolu maalesef... Yine de mutlu ve huzurlu pazarlar olsun. Bugün bizim Antalya'dan Bursa'ya dönüş günümüz, yani artık evimize dönüyoruz. Tüm yolculuk yapacaklar olarak, hepimize iyi yolculuklar olsun inşallah. Sevgilerimle... :)

11 Şubat 2015 Çarşamba

İzledim - İlk Aşkım...

*Bu bir İzledim yazısıdır... :)


İlk aşkınız kimdi ve sizin hayatınıza neler kattı? Hiç düşündünüz mü? :) Ben yeniden ve yeniden düşünüyorum da; ilk aşkım dediğim platonik aşkımın hayatıma kattığı şey, ne olursa olsun kendimden utanmamam gerektiği ve kendim olmaktan vazgeçmemem gerektiğiydi. Ve ondan sonrasında aşık oldum diye düşündüğüm her defasında, bu öğrendiğimi uygulamaya çalıştım...

Aşk dediğiniz karşılıklı olur derseniz de, bir kere kandım aşkı karşılıklı yaşadığıma. Onda da öğrediğim şey, sırf karşımdakini hoş tutmak için kendimi üzmemem gerektiğiydi... Ya size ne kattı, ilk aşkım dediğiniz? :)


Dün İlk Aşkım (ma première fois) filmini izledikten sonra, hem duygulandım hem de çok düşünceye kapıldım. Bana biraz, daha önceden izlediğim bir filmi hatırlattı sonu itibariyle. Ama işin açıkçası, o anımsadığım film kadar da duygulandım. Anımsadığım film ise, Uzaktaki Anılar (A Walk To Remember) filmi idi...

Filmden çok bahsetmeyeceğim, izlememiş olanlara haksızlık olur. Ama bana şu etkiyi verdi film; ilk aşklar ve ilk kez değişik duyguları hissettiren insanlar unutulmaz. Ama bir de ilk aşk dediğiniz olgu, hayatı da öğretir insana... Ben henüz böyle dolu dolu bir aşk yaşamadım ama yaşarsam nasıl olurdu diye düşündüm yine ister istemez. Tamam itiraf ediyorum, bunu bazen çok sık düşünüyorum zaten... :)


Neyse konumuza gelelim; filmin oyuncu seçimleri de, müzikleri de çok güzeldi. Başroldeki çift karakterler de, kızın arkadaşı da; oyuncu seçimi için hoş bir tercih olmuş... Ana karakterlerden sonra, kızın arkadaşını çok beğendim. Aşık olacaksan eğer, mutlaka filmdeki gibi seni anlayacak bir arkadaşı da olmalı insanın... :)

Pauline, başrol kızımızın en yakın arkadaşı. Şöyle diyor arkadaşına; Pauline tango, "seni haketmeleri için çok çalışmaları gerekecek." Pauline, sevdiğim diğer bir karakter oldu benim...

"Ve aşk hiç beklemediğin ve planlayamadığın bir şey", diyor film. Kızın planlı programlı olması çok hoş da, aşkı hesaba o bile katamıyor işte... Aşk da olsa hayatında, yaşamayı sadece aşkın üzerine planlama diyor. Bir gençlik filmi tarzında, güzel öneriler veren bir filmdi bence. Her filmin beğeneni olduğu kadar beğenmeyeni de oluyor elbet. Ancak ben sıkılmadan tekrar tekrar izleyebileceğim bir film daha izlemiş oldum diyorum şimdi.


Hala bir ömür mutlu olacağım dediğim bir ilk ve son aşkı bulmuş değilim demiyorum, Kağan'ım var sonuçta. :) Ama olur da bir gün, ruh eşi dediğim kişiyi de bulursam eğer onunla bu filmi izlemek isterim diyorum. Eh ne diyeyim; -ilk veya son- gerçek aşkı bulmamız dileğimle...

10 Şubat 2015 Salı

Sonuçlar Gelir, Hoş Gelir...


Final notları da hoş geldi ve sonunda şu karmaşık durumdan da kurtulmuş bulundum efendim... Malum; daha önce de bahsettiğim gibi, ilk Aöf Sosyoloji okumaya başladığım senenin ilk dönemimdeki rahatsızlığım sebebiyle aldığım kötü sonuçlar, bu zamana kadar sorunları taşıyıp durdu ilk dönemlerde. Son alttan dersler ve kredi sebebiyle 2.sınıfımın ilk döneminden alamadığım dersleri de vermiş bulunuyorum bugün itibariyle. :) 


"Çalıştım oldu" diyebiliyorum rahatça, çünkü cidden de öyle oldu. 2 senedir şu sonucu alabilmek için uğraşıyordum, alttan dersleri bitirme uğraşı. Final sonuçları, bu dönemin vizelerine göre biraz düşük gelmiş olsa bile, bence hiç fena değil. Bu sene normal de 3.sınıf olacağım yerde, ilk dönemimi ikinci sınıf olarak okudum. Şimdi durum nasıl olacak da edecek, ikinci dönemde 3. sınıfa devam edeceğim merak ediyorum.

Başıma ilk defa geldi bu dönemki durumlar, önümüzdeki dönem de bir ilk olacak benim için. Gerçi sağlık olsun da, diyorum. Çünkü cidden gerisi önemli değil. Sıkıntılar gelip geçer de yine, sağlık bir gitti mi elden, geri getirmek öylesine zorlu bir süreç ki...

Velhasıl, öyle böyle derken hal böyle. Final sonuçları da iyi geldiğine göre, Antalya tatilini de daha çok hakettim mi ne? dedim bir ara kendime, memnuniyetimi dile getirmek içindi ama sadece. :) Böyle düşünürüz de mi nedense; hakediyor muyuz, yeri midir, sırası mı şimdi? Oysa ne geliyorsa, zamanı olduğundan ve hakettiğimizden geliyor bence. En azından ben böyle düşünüyorum. Hakkıyla, yeri ve zamanıyla; güzel sonuçlar alabilmek dileğimle, sevgiler... :)

9 Şubat 2015 Pazartesi

Antalya'dan Sevgilerle...

Sevgilerle ve sevgilerimle kelimelerini çok kullanıyorum aklıma geldikçe. Bu sefer yazı sonunda değil, yazı başında sevgilerim sizleri bulsun... :) Antalya'dayız efendim 2 gün oluyor. Cumartesi 16:30'da başlayan ve gece 12'den sonrasında son bulan bir yolculuğumuzla, çok şükür sağ salim vardık Antalya'ya dedemin evine (Annemin babası)...

Evden çıktığımızda ve hatta Gemlik'ten çıktığımızda, hava baskın bir haldeydi. Bilecik'e doğru da epey sis vardı, yolculuğumuz sırasında korktuğumuz bir o oldu. Onun haricinde de kolay geldik şükür...

Geliş sebebimize gelirsek; aslında hiç hesapta yoktu annem ve benim Antalya'ya gelme düşüncemiz. Babamın bilardo turnuvası için gelmesi söz konusuydu ve daha sonrasında da kesinleşmişti. Ablamlarda elektrikler kesikken bir önceki hafta, annem de babamla evimizde iken; birden karar vermişler. Babamın 1 hafta bizi yalnız bırakmak içine sinmemiş, "beraber gidelim." demiş... Benim de geçen hafta başında haberim oldu. Dedeme sürpriz olacaktı ama, son 2 gün kala öğrenmiş meğersem yengemlerden. :) Derken, buradayız işte...

Kağan'ım yok maalesef yanımızda, özlem doluyuz. Ama bir açıdan da iyi oldu, kuzumu yollarda kış vakti hasta veya perişan etmek istemiyorduk da aynı zamanda. Uzun yolculukta, pek sıkılıyor kuzum küçük daha... Kağan'ımın babaanne ve dedesi geldi, biz yola çıkmada 1 gün önce. Kendi evinde kuzum bu sebeple... Böyle olunca tabi, "özlemek güzel şimdilik" diyorum. Birkaç gün daha geçsin, daha çok basar özlem. Daha nasıl bastıracaksa artık... :)


Velhasıl geldik ve dayımlara da dedeme de kavuştuk. Ama özellikle de küçük kuzenim İnci'me kavuştuk dün. :) İnci'm bizi ziyarete geldi, dayımla yengemin kızı bahsetmiştim geçen sene doğum haberini aldığımızda, burada...

Fotoğraflara Gelince, Soldan Sağa;

İlk Fotoğraf ; Gemlik'ten çıktıktan sonra yolda çekilmiş fotoğraf... 4'lü'deki ilk fotoğraf da, yazının başındaki ilk fotoğrafta...
İkinci Fotoğraf ; Babam ve küçük kuzenim İnci'm. Küçük kuzenime maşallahlarınızı eksik etmeyin olur mu... :)
Üçüncü Fotoğraf ; Mero'm, Bababm ve İnci'm... Evet İnci'mle beraber Mero'mla, yengemle ve dayımla da kavuştuk. Mero'mla henüz tam kavuştuk sayılmaz, muhabbetler açılamadı pek fazla. Ama yakındır bu hafta inşallah... :)
Dördüncü Fotoğraf'ta ise ; Hala ve en küçük yeğeni bulunmakta.Bu sefer hem anneme hem de ablama benzettim İnci'mizi. Ama siz maşallahlarınızı eksik etmeyin olur mu? :)

Biz Antalya'dayız işte bu hafta ve buralarda olacağım yine. Olamadım mı, eksik hissediyorum malum kendimi... En geç, bir sonraki haftanın ilk günlerine döneceğiz evimize. Bakalım kısmet... Sağlıcakla kalalım. Mutlu ve dolu dolu bir hafta olsun. Yer yer ılık, yer yer hafif esintili Antalya'dan sevgilerimi sunarım... :)

7 Şubat 2015 Cumartesi

Örgü Uğraşım Ve Boyunluk Meselesi...



Örgü'yü ilk annannemden öğrendiğimde, sanırım 10-11 yaşlarındaydım. Rahmetli annannem hayatta idi ve bana örgü öğretme isteği ile; dedem ile birlikte bir şiş hazırlamıştı gözümün önünde. Hatırlıyorum o anı; kendi şişlerinden ip ince 2 adet çorap şişi gibi iki ucu da sivri şiş buldu önce annanem. Sonra da iki tane inci renginde büyük boncuk da bulup, şişlerin arkalarına geçirsin diye vermişti dedeme. Dedem ne ile yaktı hatırlamıyorum, ama o boncukları bir şekilde yakıp şişlere takmıştı... O ip ince şiş ile öğrenmeye başladım örgüyü, doğrusuyla yanlışıyla ve annannemin önderliğinde... :)

Hala saklarım ilk örgü şişlerimi ama; bu yazıyı yazmadan önce bu hikayeyi anlatacağımı bilmediğimden, çekemedim fotoğrafını... Örgü örmeyi İnci annannemden öğrendim ben yani, toprağı bol olsun tüm annannelerimizin ve ninelerimizin... 

İşte örgü örmeye başlayalı kaç sene oldu ve bu yaşıma geldim; ancak bu sene, bu kadar kendimi geliştirdim diyebiliyorum... Üstteki ipler, annemin bu yılbaşı öncesinde bana hediye olarak aldığı ipler. Bu sene iyiden iyiye sardım örgü işine, o sebeple bu seneki yılbaşı hediyem bu örgü iplerim oldu... Anneciğime tekrar teşekkür ediyorum. :)


Üst resimdeki mavi ip, ilk resimdekinden ayrı bir ip. Onun yapısı daha sert. Yılbaşı için kuzenime ve 2 arkadaşıma hediye olarak örgü öreyim istemiştim. 3'üne de örgü boyunluk yapmak kısmet oldu. Sonuncusu dün bitti, onun resmi en altta olacak... 

Ve evet, bu sıra boyunluk işine fazlasıyla takılmış durumdayım. :)



Bu kahverengi boyunluğun hammaddesi olan ip, yılbaşı hediyesi olarak annemin aldığı akıllı iplerimden kahverengi olanı. Meroma yaptığım boyunluk buydu... İlk boyunluğuna kavuşan Merom oldu. Eline geçene kadar, modelini de rengini de bilmedi. Sürpriz olması benim açımdan epey iyi oldu diyordum ama, kargoyla eline ulaşana kadar beğenir mi beğenmez mi çok düşündüm açıkçası. Varlığından haberdardı ama, onun haricinde bir bilgisi yoktu yani... Şükür ki beğendi, bu beni çok çok mutlu etti... :)


Kahverengi Boyunluğu Nasıl Yaptım?

Modelim kesme şekerdi. 63 ya da 64 ilmek ile başlamıştım sanırım. Tam hatırımda yok sayısı ama, bu ikisinden biriydi. İki ucuna da 5 parmak kadar lastik yaptım, ortası da bitene kadar 5'li kesme şeker modeli. Kesme şekerleri eşit yaptım, her bir kesme şekerler 8 sıra örgü; yani 4 kez gidiş geliş. Ama son yaptığımda gördüm ki, küçüklü büyüklü de olsa güzel duruyormuş bu model... :)


Gelelim kuzenim Gizoşuma ördüğüm, sert ve yine akıllı ipimle ördüğüm boyunluğa. Bu boyunluğun ilmek sayısı ise 58'di. İlk başladığım ve ilk biten boyunluk bu oldu. Ama ilmek açmayı gösterecek komşumuzu bekleyene kadar, kahverengi boyunluk ona yetişti ve geçti.


Mavi Boyunluğu Nasıl Yaptım?

Bu mavi boyunluk düğme iliği açmaya müsait bir yapıdaydı, sert ve sıkı bir ip oluşundan ötürü. Ama kahverengi boyunluğa ilmek açamadım bir türlü. Yumuşak ip oluşu beni epey zorladı. İlmek açılacak yere geldiğimde, "4 kes, bir dahaki sırada kestiğin yerlere ilmek at ve bir sonraki sırada da attığın boş ilmekleri ör" şeklinde düğme iliği açıyorum. Ancak kahverengi ipin yapısı bir türlü bu durumu kabul etmiyor, iliklerin kenarları delik deşik oluyordu. 

Bende kahverengi örgüyü ilik açmadan tamamladım ve düğmelerin üzerine geçirilecek şekilde, anneme ilik diktirdim tığ yardımıyla.. Örgüden az buçuk anlıyorsam da, tığ ve dantel işinden hiç anlamıyorum... :)


Yani mavi örgü, düğmeli ve ilikli oldu. Kahverengi örgü de, iliksiz düğmeli sonradan düğme ilikli oldu... :)


Son Yaptığım Mavi Boyunluk; 

Ve gelelim dün biten en üstteki yumuşak iplerimden mavi olana. Ve evet bu da boyunluk oldu... Bu da dün elime aldığım ve dün bitirdiğim bir örgü oldu. 2 gün önce elime aldığımda sadece lastiği vardı, bir iki sıra da kesme şeker modeli. Evet boyunlukta kesme şeker modeline fena taktım ve bu arada ustalaştım da diyebiliriz. :) 

Bu örgümün de ilmeği 63'tü. Kahverengi ipimin, mavi rengiydi sadece. Akıllı iplere iyice tutuldum resmen bu arada. Neyse; kahverengi ipte ilik açamamış olmama rağmen, mavi ipte sınırları zorlama kararı aldım. Ve bir kerede ilmeği açtım. Delik olmasına aldırmadım, örgüme devam ettim. İlik bölgesinin küçük bir kenarı delik diyeyim ben size. Ama ona rağmen devam ettim, gerekirse teğelleme gibi bir düzeltme yöntemine gidilir belki dedim. Hem Damla'mın annesi, usta örgücülerden; o halleder diye düşündüm biraz da... :)


Yani diyeceğim o ki bu son örgüm de, 1 günde biten bir örgü oldu. Sabah uyandığımda bitirir miyim acaba bugün dedim ama, ciddi ciddi azmettim başardım. Önceki rekorum 2 gündü, kendi rekorumu kendim kırdım yine. :) Bitmiş hali ise, son resim olarak karşınızda işte...


Velhasıl; 
Boyunluk meselesine feci takmış durumdayım, 2-3 aydır. Şubat ortasına gelmeden, hediye olarak örmek istediğim boyunlukları örmüş bulunuyorum çok şükür. :) Benim boyunluğuma gelecek olursak, benim ki geçen sene Mayıs ayında ördüğüm hardal sarısı düz örgü bir boyunluk. Hatırladınız mı bilmem yazısını yazmıştım. Kullanmaya bu günlerde başlayacağım, dikilsin diye Damlamlarda idi. Daha dün elime geçti. Hatırlayanlar var mı bilmem ama, hatırlamayanlar veya bilmeyenler için yazısı burada...


Böylece bugün bir hobi yazımda buluşmuş olduk yeniden. Okuduğunuz için teşekkür ederim, Sevgilerimle... :)


5 Şubat 2015 Perşembe

Okudum- Eragon...


*Bu bir Okudum yazısıdır. - Christopher Paolini'nin 4 kitaplık Ejderhalar serüveninin ilk kitabı olan Eragon'u, 2 gün önce okudum bitirdim. O sebeple nihayet yazabildiğim bir Okudum yazısıdır... :)


Bir Düş İçin Ağıt'tan beri, uzun süren bir okuma hallerimi içeren bir kitap oldu Eragon benim için. Ama nihayet 2 gün önce bitirmiş olarak, Okudum diyebiliyorum ve yazısını yazabiliyorum bugün. Bir Düş İçin Ağıt kitabı ve filmi için yazdığım yazı burada

Bu duruma en çok sevinecek olan Mero'm olacak benden sonra biliyorum. Çünkü bu Ejderhalar ve süravilerinin fantastik hikayelerini içeren 4 kitaplık seriyi, geçtiğimiz yaz Merom okumam için vermişti. Ancak okuduğum diğer kitaplardan sonra Eylül ayında başlayıp, sonralarda birçok sebeple elime alıp bırakmalarla bir türlü bitirememiştim... 

"Merom; nihayet bitirdim Eragon'u ve cidden beğendim. İlerledikçe daha sürükleyici oldu. Seriyi tamamlayacağım bundan sonrasında da inşallah. Tavsiye ettiğin kadar varmış... :)"

Bitirmemi sağlayan durum, finallerimin de bitmiş olması oldu. Rahata çıktım ve her fırsatta elime almayı alışkanlık edinerek 1 haftada kolayladım. Sonrası da çorap söküğü gibi geldi efendim. :)


Diyebilirsiniz ki şimdi, kötü bir kitap mıydı? Hayır. Bence, fantastik kitap serisinin çok güzel başlangıç kitabıydı. Ancak finallerden sonra başladığımda 200'lü sayfalardaydım ve bir 50 sayfa kadar sonra asıl sürükleyici kısmı başlamıştı benim için...

Ya da benim hikayeye daha da dahil olmam, ciddi ciddi kafamın bir yere dahil olmamasını gerektiriyordu. Çünkü bir seri kitabı okumayalı öyle uzun zaman oldu ki; seriye başlarken de devam ederken de sağlam kafa ile okumak istedim işte... :)


Fantastik bir kitaptan beklenecek şekilde, güzel sözlerin altını parmaklarımla ve gözlerimle çizdim. Döndüm döndüm okudum. "İşte bu benim düşüncemi anlatıyor" dedim her defasında, altını çizdiğim sözlerde... :) 


Ve alıntı yaptığım, parmaklarımla ve gözlerimle altını çizdiğim cümlelere gelelim;

Kum saati durdurulamaz. Biz istesek de istemesek de yıllar geçer, ama hatırlayabiliriz. Kaydedilen şey hatıralarımızda yaşayabilir. Duyduğunuz şey mükemmel olmasa ve bölük pörçük olsa da one değer verin. Çünkü siz olmadan o da var olamaz... (Sayfa 41)

Saphira; Eragon'un düş kırıklığı için bir teselliydi. Onunla özgürce konuşabiliyordu, duygularını ona tam anlamıyla açabiliyordu. Saphira, onu herkesten iyi anlıyordu... (Sayfa 70)

Ve benim yorumum; Bu hayatta hepimizin Saphira gibi rahatça konuşabileceği ve düş kırıklığı yaşasa bile, her defasında teselli bulabileceği bir dostu olması lazım; kırmadan ve yargılamadan bizim de teselli edebileceğimiz. Şükür benim de öyle dostum ve dostlarım var. Onlar kendilerini biliyor ve iyiki varsınız demekten bıkmayacağım size... ;)


Ejderha ve Süvari olmanın anlamını fark ettim; Olanaksızı başarmak ve korkuya rağmen büyük işler yapmak bizim kaderimiz. Geleceğe karşı sorumluluğumuz bu. (Sayfa 100) -Hepimizin yaşarken yapması gereken işte bu bence...

-Seni biçimlendiren şey kaderindir, dedi Saphira. Her şeyin bir ikona ihtiyacı vardır... Belki bu şans sana güldü. (Sayfa 430)
-Bilmece gibi konuşuyorsun... Ama eğer her şey insanın alnına yazılmışsa seçimlerimizin bir anlamı var mı? Yoksa yalnızca kaderimizi kabul etmeyi mi öğrenmeliyiz?
-Aklını böyle düşüncelerden temizle. Bu sorular cevaplanamaz ve seni daha mutlu edemez. (Sayfa 431) -Ne kadar doğru...


Ve son olarak; " -Değer eylemdedir. Değişme ve hayatı yaşama isteğinden vazgeçtiğinde değerin biter. Ama seçeneklerin karşında; birini seç ve kendini ona ada. Eylemlerin sana umut ve amaçlar verecektir. 
-Ama ne yapabilirim ki?
-Tek gerçek rehber kalbindir. Onun yüce arzusundan başka hiçbir şey sana yardımcı olamaz."


Kalbimizin rehberliğinde aldığımız kararlardan pişman olmadığımız günler diliyorum hepimize. Ve bol okumalı günler bir de... :)

Not; Bu yazı özel ithaf da içerir. Sevgili Merom, kitap için tekrar teşekkür ederim. İyiki varsın... :)

4 Şubat 2015 Çarşamba

N11.COM'dan Aksesuar Alışverişi Yaptık...

Ocak ortasında elektronik aksesuar alışverişi yapmıştık annemle, yazmak ancak kısmet oluyor yazısını. :) N11.COM'u ilk kullanışımızdı bu alışveriş. 3 çeşit mağazadan 3 ürün siparis etmiştik ama, bir tek 2 mağazadan aldığımız ürünler elimize ulaştı sorunsuz sayılabilecek kadar...


İlk elimize ulaşan ürünümüz, yeni tabletimiz için sipariş ettiğimiz koruyucu film oldu. Sorunsuz olarak elimize ulaşan ilk ürünümüzdü bu koruyucu film. Ücretsiz kargo ile aldık ve tek bir sorun kendimizin yapıştıracak olmasıydı. 8" tabletler için koruyucu film aldığımız, ancak bizim tabletimize göre 1 cm fazla idi. Kendimiz ayarladıktan sonra kestik o 1 cm'i de. Ürün gayet tatmin edici bir ürün, hem fiyat hem de kalite olarak...

Bizim ürünümüzü sipariş ettiğimiz mağaza burada ve ürünün sipariş sayfası ise burada... 


İkinci olarak elimize ulaşan kargomuz ise tablet kılıfı ürünü oldu. Bu alışverişimizin en iyi yanı şu ki, bu fiyata ve bu kaliteye bulamadığımız ürünleri uygun almış olduk. Ürünün markası üstünde görünmüyor ama, addison marka. Ücretsiz kargo olarak sipariş ettiğimiz bu ürün, elimize her ne kadar ücretli olarak da ulaşmış olsa, müşterinin maduriyetini giderme standartlarına uygun olarak ilgilendiler bizimle sağolsun firma. 

n11.com'dan bu ürün için alışveriş yaptığımız mağaza burada ve ürünün sipariş sayfası ise burada...


Boyle de kullanabiliyoruz, ki iyiki aldik diyoruz; boyle ürünleri aldiktan sonra en 


Bir de boyle de kullanabiliyoruz. Kalınlığı yeterli bizce. Üstelik göründüğü gibi pratik de. Her markanin ürünü için uygun tablet veya uygun gördüğü tablet olmadigi gibi, bedava da vermiyorlar. Biz de kendimiz almak zorunda kaliyoruz. 

Bir de tablet veya telefondan pahalı aksesuarlara karsiyim. Uygun fiyatli ve kaliteli de işimizi görüyor göründüğü gibi...

Kissadan hisse; n11.com dan mağaza yorumlarına dikkat etmek kaydıyla alisveris yapmanizi öneririm. :) Sevgiler...

2 Şubat 2015 Pazartesi

Mum Işığında Kalmışken...


Uzun zaman olmuştu sanırım, mum ışığında kalmayalı. Hava muhalefeti sağolsun, dün ablamlarda sabah kalktığımızda elektrikleri kesik bulduk. 1,5 gün boyunca elektriksiz kaldık. Gecemiz mum ışığında geçtik ve odalarda ışıksız kaldığımıza sevindim de resmen. Bugün saat 16:30 sularına kadar elektrik yoktu, eve dönmemiz bu saate kaldı bu sebebiyetle... :) Malum asansörsüz 5 kat inmek zor benim için... 

Ne diyordum; ışıksız kaldık. Aslında nasıl güzel geldi bir bilseniz. Enerjiyle çalışan birçok aletin esiri değil de, anın esiri olmak bu demekti bence. Işıksız kalmışken, dinlenmeye odaklandım resmen. Sessizliğin sesini dinledim bol bol... :)


Işıksız ve mum ışığında kalmışken, ablam eniştem Kağanım ile; bu durumun keyfini en iyi süren ben oldum. Kah yazdım, kah okudum. Eskileri andım kendimce, ablamları muhabbete zorladım ara sıra suskunlaştığımızda... 

Ve anladım ki; karanlıkta kalamamak veya televizyonun varlığına bazen fazla odaklanmak, bizleri bizlerden uzaklaştırıyor... Bu birbirimizden uzaklaşmaktan da öte, yeri geliyor kendimizden bile uzaklaşıyoruz. Bunu her ne kadar bir süredir yapmamaya çalışıyorsam da, dünkü sessizlik bana çok iyi geldi... 

Ve elektrikler giderse bir gece vakti, Kağanım gibi küçük yaştaki çocukları oyalamak epey zor oluyormuş doğrusu. Bunu bir kez daha anlamış olduk dün... Oyalıyoruz oyun oynuyoruz ama, ufacık aklı ile ışığı yakın diyor, şarkı açın diyor. Yani o bile öylesine aydınlık bir hayata alışıksa, gerisini siz düşünün... :) 


Mumlarla veda edeyim yazıma diyorum. Ve anılarımdan bahsetmek istiyorum... :)

Siz özlüyor musunuz bilmem ama; bir ara, ara sıra elektrikler kesilirdi böyle kış vakitleri. Mumlarımızı yakar otururduk. Soğuk sorunumuz da olmazdı ki, sobamız ya da merkezi kaloriferimiz yanardı şükür...

Karanlıkta uyumanın da, kış seslerini dinlemenin de keyfini çıkarırdık. Bol bol gölge oyunu oynardık duvarlara yansıyan gölgelerimizi birşeylere benzetmeye çalışırdık... Bazen korkuturduk bile birbirimizi. Hoş sohbetin ardından da, sabaha kadar gelemeyeceğini bildiğimiz karanlığın keyfini müthiş bir uykuya dalarak sonlandırırdık... 

Karanlıkta kalmanın bir ayrıcalığı da vardı ki benim için; odama ufak bir kaçış yapabilirsem masamda ya da herhangi bir masada, mum ışığı altında yazı yazardım. Bunu bir kez daha gerçekleştirdim bu sefer de. Vazgeçilmezlerimden biri oldu resmen bu durum... :)



Dün eskileri çok andım ve içinde bulunduğumuz anın da keyfini bol bol çıkardım yine işte. Dün annemler geldiler babamla ve bu akşam da dönebildik eve. Yeniden evimizdeyiz işte... 

Sormak istiyorum size de; sizler de sever misiniz mum ışığında kalmayı? Karanlıklara dair anılarınız var mı sizin de benim gibi? Ben hissediyorum, sizlerin de var benim gibi hisleri ve düşünceleri... :) Sevgilerimle...