30 Ağustos 2014 Cumartesi

İnternet Günlüğüm - #8 - Ağustos


2014'ün Ağustos ayına da eriştiğimize bazen inanamıyorum doğrusu. Yoğun ama güzel geçen bir Ağustos ayını bitirmek üzereyiz... Birkaç zamandır yazamadığım zamanların acısını, yine bir İnternet Günlüğüm yazısı ile dindirmek istedim bugün. Ben hazırım, anlatmaya başlıyorum. :)



Yoğun geçiyor Ağustos ve bitecek bile 2 güne. 2 hafta önce üstteki Pazar gününün trafiği kadar yoğun akıyor günlerimiz. Daha doğrusu bu yaz tamamen yoğun geçti benim için. Ama kalabalığı ve yoğunluğu seviyorum neyse ki... Antalya 2014 tatilimizden sonra, biraz rahatsızlanmıştık. 2-3 hafta geçti iyileştik şükür...

Şimdi de 1 haftadır Antalya'dan dayımlar misafirimiz; Mero'm, Dayım, Yengem, İnci'm, Dedem buradalar; ayın 22'sinden beri... Onlardan 3 gün kadar sonra da Saniye teyzem ile Kamil amcam geldiler. Şenlikli evimiz şükür yani... Dayımlar burada değiller Saniye teyzemler geldiğinden beri ama, Mero'm bizim evde kuzenim Gizoş'um ile... Bu durum benim için tabii ki büyük değişiklik oldu, sabah akşam onlarla beraber vakit geçirebilmek çok güzel oldu... :)


Günler bu hafta, misafir karşılamak, nişan hazırlıkları ve gezme çabaları ile geçti. Bu arada nişanlanan ben değilim, zira bir aday adayı dahi yok zaten... :) Annemin kuzeni nişanlandı, Allah tamamına erdirir inşallah...

Gezmeler kız kıza vakit geçirmeler, üstteki resimlerimizde görüldüğü gibi, bu hafta içinden bir gün Gizem ve Meryem ile Alışveriş Merkezi gezmemizden. Ve o gün anladım ki, gerçekten buna ihtiyacım varmış epeydir. Enerjimi biraz olsun atabildiğimi ve içimdeki bir şeyler yapabilme aşkını yeniden dindirebildiğimi hissediyorum. Güzel bir aileye ve güzel dostlara sahip olduğuma seviniyorum yine bu sıra bol bol. İçimde düşündüklerim çok, şükrettiklerimin çok olduğu kadar... İyiyim bu sıra, Allahım eksikliklerini aratmasın sevdiklerimizin ve misafirlerimizin...


Ve Kalabalık İçinde Kendini Dinlemek, Benim Meşguliyetlerimden Sadece Biri...


Ve bu yoğunlukta kendimi de deneyimlemiş ve yenilenmiş gibi hissediyorum birkaç gündür. Kalabalıkta ve sevdiğin topluluklar arasında da kendini dinleyebiliyor ve dinlenebiliyormuş insan... Birçok karar aldım esasında kendim adına ve gerçekleştirebilmeye çalışacağıma dair de söz verdim. Dilerim başarırım ne diyeyim, bunu canı gönülden istiyorum...

Kalabalık arasında vakit geçirirken mutlu mesut; kendimden biraz uzaklaşmamın, kendimi daha iyi düşünmeme faydası oldu doğrusu. Bunu daha iyi anladım. İnsanın kendini dinlemesi, sadece yalnızken değil bazen kalabalıkken de mümkün olabiliyor yani. Yeterki istesin insan, mutlu olmak için çabalasın hayat boyu...

Dediğim gibi, hayatım boyunca karar almalarımdan vazgeçmeyeceğim sanırım. Benim kararlarım vardır bilindik, çoğu gün karar aldım şunu yapacağım veya şunu yapmayacağım derim. Bu konuda eskiden çok sık karar değiştirirdim mesela. Şimdi farkediyorum da, artık eskisi gibi değişken değil köklü kararlar alıyorum. Ve biliyorum ki bir süredir bundan ötürü de mutluyum...

Her ne kadar 2014 adına ara sıra, nasıl geçtiğini anlayamadım desem de; köklü kararlarımla ve daha dingin geçiyor bu sene. Ağustosu da öyle böyle bitiriyoruz yarın işte...

Ağustos adına birşeyler yazmayı düşündüğümde aklıma net olarak kendi adıma aldığım kararlarım geldi. Evet insanız, her insanın artısı eksisi olur işte. Bu eksi durumlarımdan biri şudur benim, iddia etme sorunum. Doğru bildiğim konu üzerinde iddia edişime ve ani heyecanlanma anlarıma, öz eleştirimle beraber ek eleştiriler aldım. Bu durumu değiştirmek için planladım ve başaracağım diyorum şimdi. Öz-eleştiri önemli değil mi sonuçta? :)


Kendimi eleştirdim, eleştirildim ve nihayetinde şu an daha iyiyim. Damla'm ile, Mero'm ile ve Gizem'im ile geçen güzel günler yaşadım Ağustos ayında. Dedikleri doğru aslında, yanımda sevdiğim ve yanında rahat hissettiğim bir kişi dahi olsa mutlu olurum ben. Yeter ki sevdiklerimiz eksik olmasın yanımızdan ve hayatımızdan...

Böyle geçti bir Ağustos daha, birçok yazısı eksik kaldı ama gelecek inşallah önümüzdeki günlerde. Ve yine ekliyorum sevgilerimle... :)


Not: 30 Ağustos Zafer Bayramımız Kutlu Olsun... Allahım bu ülke adına kanlarını dökmüş tüm şehitlerimizin ruhlarını şad eylesin...

27 Ağustos 2014 Çarşamba

Aspendos Gezimiz (Gezi Yazısı)


29.07.2014 tarihinde, yani bayramın ikinci gününe denk gelen gün, ablamlar ile beraber Antalya'da maaile bulunabilmemizin fırsatı ile gezdiğimiz yerlerin ikinci durağı olan Aspendos'tan bahsedeceğim bu yazımda. İlk durağımız olan Manavgat Şelalesi'nin Gezi Yazısı ise


İlk durağımız Manavgat'ta, maaile girmiştik. Buraya sadece Eniştem, Kağan, Annem ve ben giriş yaptık. Ablam, annem ve babamla Manavgat Şelalesi'ne olduğu gibi buraya da gelmişler. Babamla ablam bu sefer giriş yapmamayı tercih ettiler bizimle. Biz de annem ve eniştemle beraber girdik. Kağan'ım tabi sütten olduğu için o da bizimle geldi. Ama ablam ve babam açıkçası, perge ile bir tutulan giriş ücretini kabullenemeyip girmek istemediler bu sefer. :) Malum annemin Müze Kartı vardı, benim de engelli kimliğim. Eniştem benimle beraber bedavaya girdi. Bayramın ikinci günü Eniştem, Annem ve bana yaradı diyebiliriz yani... :) 


Öncelikle gidiş yolundan bahsedeceğim. Giderken karşınıza Aspendos tabelası değil de, Belkıs tabelası çıkıyor. Tabii görene kadar Aspendos'un bir diğer adının da Belkıs olduğunu bilmiyordum, ama öyleymiş. :) Üst resimde görülen yer, asıl antik tiyatroya varmadan biraz öncesinde yeni yapılmış olan Aspendos tiyatrosu. 


Bu resimde de görüldüğü gibi, yeni yapılan yer daha modern tabii ki. Ve de cidden güzel yapılmış bir yer de üstelik... Yeni Aspendos'un önünde Pegasus simgesi var. Ve kullanıma açılmış bir tiyatro burası. Dönüşte uğradığımızda, Anadolu Ateşi'nin provası olduğunu söylediler. Eğer provası olmasaydı girebilmeyi istiyorduk. Ancak alamayacaklarını, buna izinleri olmadığını söylediler. Haklılar tabii ki. :)


Gelelim Aspendos Antik Tiyatrosuna giderken ki yola. Karşıda tepe gibi görünen yerden de anlaşılacağı gibi, yol boyunca Antik Kent'ten kalan yapılar bulunmakta...


Küçük yapılar bunlar tabii ki, artık belirsizleşmeye başlamış. 


Üstelik bir tel örgüyle de kapatılmamış. Oysa Perge Antik Kenti'nde de yol kenarında olan yerlerin, tel örgülerle örüldüğünü görmüştük. Bu duyarlı bir davranış bence. 


Aspendos Antik Tiyatrosunu bu ilk görüşümdü ve burası da bir resterasyon içerisindeydi. Bu sene hep resterasyonlara denk geldik, şansımıza... :) Aspendos Antik Tiyatrosunun da bir bölümü resterasyona alınmıştı. Ama girmeden önce tedbirimizi aldık, girilemeyecek gibi bir resterasyon değildi bu...


Girişe doğru görünüşü de böyle. Daha çok eski okul binalarını andırıyor değil mi. Şu eski filmlerdeki okullara falan benziyor...


Dediğim gibi, kendi ücretsiz biletimi aldıktan ve Eniştemi de refakatçi olarak aldıktan sonra yanıma, gezmeye dolaşmaya girdik. Babam ile ablam girmedi ama, Aspendos'un lavabosunu ziyaret etmeyi de ihmal etmediler. O gün biraz sıcak bir gündü... (Antalya'ya böyle diyeceğim aklıma gelmezdi hiç, ama malum garipti bu sene Antalya. Anlamayanlar için buradaki yazımı öneririm.)


Girişiyle büyük bir beklenti içine girdiğimi söyleyebilirim. Merdivenleri de, yapısı da cidden hoşuma giden bir yer oldu. Antik Tiyatro'ya da ilk gidişim olduğunu söylemiş miydim bu arada? Söylemiş oldum böylece. 


Soruyor insan yine de sürekli böyle eski yapıları gördükçe, o dönemlerde nasıl yapılmış diye. Sanırım bizi kandırıyorlar, teknoloji yoktu o zamanda falan diye. Beceri varmış ya, doğuştan teknolojinin kendisiymiş adamlar resmen. Helal olsun... 


Annemle babamı merdivende yakalamışken poza alayım dedim hemen. Buyrunuz durum budur yani. Bence pozumuz güzel yani, sizce? :)


Aile  pozunu tamamlamaya yaklaştık, buyrun eniştem de dahil oldu. Aspendos Antik Tiyatrosu'na toplu giriş yapmadık ama, merdivenlerinde poz almadan edemedim yine de... :)


Ve pozu tamamladık, Ailemin üyeleri birarada. :) Allahım başımdan ve yanımdan eksik etmesin onları... :)



Gelelim Aspendos Antik Tiyatrosunun içini gezmeye, girişi burası. Kapı kenarında da bulunan Yunan Mitolojisinde Truva savaşına neden olan dünyanın en güzel kadını kabul edilen Helen gibi. Truvalı Helen olup olmadığı o an neden aklıma geldi bilmiyorum ama, Truvalı Helen filminde de beyaz elbisesiyle tanınan Truvalı Helen karakterinden olsa gerek diyorum. Sanki girişte Truvalı Helen karşılıyormuş gibi geldi... (Bunu paylaşmaz isem olmazdı) :)


Antik Tiyatronun hemen kapısının kenarında bulunan Müze Mağazası. Aspendos ile ilgili bir sürü hediyelik eşya ve rehber kitaplar bulunmakta içeride. Annem ile Eniştemi görüntüleyeyim dedim kapıda, ancak annemin gözleri kapalı çıkmış. Ama olsun, Eniştem daha sonra hep Kağan'ın peşinde koştuğu için aynı kareye alamadım bir daha ikisini... :)


Müze mağazasında benim en çok ilgimi çeken kartpostallar oldu. Kartpostallara sempati duyduğum doğru. Küçüklüğümde bir sürü kartpostalım vardı, son evimize taşındıktan sonra kaybettim birçoğunu. Kala kala elimde 1-2 tane kartpostal var. Yanıma cüzdanımı almadığım için de, eniştem ve annemde de bozuk olmadığı için alamadık. Çıktıktan sonra da babamı göndermek istemedim. Kartpostal alma hevesim tükendi böyle olunca da... :)


Böyle küçük bir tünelden geçiyoruz, tiyatronun sahnesine. Buradan etkiliyor tabii ki... :)


Bu duvarın arkasında hazırlanılıyormuş eskiden, sahne arkası olarak kullanılıyormuş yani. Şu balkon gibi görülen yerlerde, üst küçük sahneler olarak kullanılıyormuş. Yapının bu zamana kadar korunabilmesi takdire şayan doğrusu.


Bu da sahne arkasını görebileceğiniz bir yer daha...




Girişte direk görünen kısım resterasyonda idi biz gittiğimizde, orası bu resimde görünen yer... 



Aspendos Antik Tiyatrosu, birkaç sene öncesine kadar aktif olarak kullanılmakta imiş. Burası gitmeyen kişilerin bile bildiği gibi, güzel bir ses sistemine sahip olarak yapılmış. Söylenene göre, en üstte oturan kişi bile sahnede konuşulanı duyabilsin diye yapılmış Aspendos Antik Tiyatrosunun ses sistemi... 


Dediğim gibi günümüze kadar kullanılmış ama digital ses sistemlerinin Antik tiyatronun ses sistemlerine verdiği zarardan ötürü, artık aktif olarak kullanılmamaktaymış. Bunun haberini izlemiştim ben bu sene haberlerde, doğrusu desteklememek elde değil. O zamanın yapılarını koruyabilmek için, zarar vermemek şart... Dediğim gibi, yeni Aspendos tiyatrosu yol üstünde biraz daha aşağıda. Orası da, biraz buranın benzeri. Ama yunan mitolojisinden kişiliklerin de heykelleri de yapılmış ek olarak. Tabii ki buranın şaheserliği ayrı ama...


Girişin üstünde bulunan seyirci tarafına eniştemle Kağan'ımı çıkarttırdım, ses sistemini test ettik. Eniştemin dediğine göre, benim sesim oradan duyulabiliyormuş. Müthiş cidden... :)


Eniştem Kağan'ımla yukarıdan el sallarken, daire çizmeye devam ediyoruz... :)


Bu tarafta da sahne kostümleri var. Bu kıyafetler animatörler ve gelen ziyaretçilerin animatörlerle kostüm giyinip fotoğraf çekilebilmeleri için. Güzel bir hizmet tabi, eğlenceli bir anı...


Tekrar sahneye dönüyoruz... Ve son fotoğraflara geçiyoruz... :)


Kağan'ım ile babası... 


Ve sahneden görünen... Seyircilere hitap etmeyi istedim o an doğrusu... :)


Sahneden poz vermem mi, verdim tabii ki... :) Küçüklüğümde Tiyatro sahnesine çıktım, o sahnede tiyatro da oynadım. Bir ara çok istemiştim doğrusu tiyatrocu olmayı, ancak kısmet olmadı. Ama yeniden tiyatro sahnesinde olmak güzeldi tabii ki. Tabii bırakmadılar ki, oyunumu sergileyeyim. :)






Sanırım çok dönmüşüm şimdi anlıyorum. Annemi de o tepeye çıkardım, onunla da ses denemesi yaptım... :)


Annem ve animatörler... Size anlattığım gibi, animatörlerle bir çocuk ve ailesi fotoğraflar çekiniyordu o sırada. Dediğim gibi güzel bir hizmet bence... :) Annem ile Aspendos Antik Tiyatrosu içinin gezintisini böylece fotoğrafladık ve bitirdik... Güzeldi, ben eski yapıtlardan büyülenmeye başladım gördükçe diyeyim size. Uzun zamandır eskiyi içeren yerlere gitmemiştim çünkü... 


Dönüş yolumuzda yeni Aspendos dediğim yeri gezelim diye gittik ama, dediğim gibi giremedik. Anadolu Ateşinin provaları vardı, akşama da gösterileri varmış... 


Aspendos yazımı, yeni Aspendos'un dışındaki Pegasus ile noktalayayım. Biz oradan çıktığımızda gün batmaya doğruydu. Akşamına yengemlerle beraber, yengemin ablasıgile davetli idik. Dolu dolu geçen ve dolu dolu sonlanan keyifli bir gündü... :) 

Nice böyle günlerimiz olsun diyorum inşallah... Umarım sıkmamışımdır sizleri, eğlenerek okumuşsunuzdur. Sevgilerimle... :)

26 Ağustos 2014 Salı

Manavgat Şelalesi Gezimiz (Gezi Yazısı)


Gelsin artık geciken gezi yazıları dedim, el attım resimleri düzenledim. İşte sonunda gezi yazılarımla yeniden karşınızdayım. :) Antalya'dan kalan gezi yazılarımızı yazmaya, bayramın ikinci günü gittiğimiz Manavgat Şelalesi ve Aspendos gezimiz ile devam ediyorum. İyi okumalar... :)

En son bu sene gezme fırsatı bulduğumuz Perge Antik Kenti'nin gezi yazılarını yazmıştım. Okumadıysanız veya tekrar okumak isterseniz, buradan ve buradan okuyabilirsiniz... :)


29.07.2014 günü, yani bayramın 2.gününe denk gelen gün, Ablam-Eniştem-Kağan-Annem-Babam-Ben, toplandık ve önceden planını yaptığımız yerlere gitmek için yola koyulduk. Öncelikle gideceğimiz yer Manavgat Şelalesi oldu. Ablam bu sene tatil öncesi Eniştem ile iddiaya girdi, "Sen ayaklarını Manavgat Şelalesinin suyunda 1 dakikadan fazla tutamazsın, su o kadar soğuk ki." diye. Tabii Eniştem de aksini iddia etti... Ve böylece bir iddiaya tutuşuldu...


Gitme amacımız hem babam ve ablamın eniştemle bu iddiaya girmeleriydi, hem de eniştem ve beni de orayı görmemiz için götürmek istemeleriydi. Babam-Annem ve Ablam küçükken gitmişler Manavgat Şelalesi'ne ama benim ve eniştem için bir ilkti bu. 

Girişte yukarıdaki resimde görüldüğü gibi, ağaçlar ile çevrili bir pazar alanı karşılıyor sizi. Burası hediyelik eşyaların satıldığı bir dükkanlar topluluğu. Girişte hoş bir ambians oluşturulmuş, ben beğendim. Rengarenk, cıvıl cıvıl bir pazar adeta. Eh turistleri çektiği kadar beni de çekti kendisine doğrusu. Ama hiçbir şey almadan geçtim tabii ki. :)


Girişte bu şirin minik köpeği gördük. Kağan'ım görünce deli oldu. Ellemek istedi ama biraz kendi cesaret edemedi, biraz da biz. Sonuç oturup köpeğe "hav hav" diye laf atmakla ve ardından bakmakla kaldı... :)


Şelalenin akan tarafına geçmeden önce, ördeklerin bulunduğu küçük bir havuz var. Bilemedim Şelalenin suyu mu ama, ördekler baya sevimlilerdi. Ama yine de suları az gibi geldi bana... :)


Şelalenin bu tarafında hazır annemle babamı lavaboya gittikleri esnada beklerken, ablam-eniştem ve Kağan'ımı aile pozu çekeyim dedim. Bence başarılılar, siz ne dersiniz? :)


Şelalenin aktığı yere geçtik sonra, cidden güzeldi. Ama ilerisine de gidebilmeyi dilerdim. Eskiden Şelale'nin kenarına kadar inebilmek mümkünmüş. Ablamlar merdivenlerin olup olmadığını hatırlamıyor. Bu gidişimizde görmüş ve öğrenmiş olduk ki, gidebilmem epey zormuş. Bu tatsız durum sebebiyle, iddiayı gerçekleştirebilmek mümkün olmadı. Üzüldüm ki, benim gibi engelli bireylerin de geçebileceği hiçbir yol yoktu. Birkaç merdiven vardı ve hiç engelli rampası yoktu. Sadece Şelalenin aktığı yeri görebildik. Devamında ne var bilemiyorum...


Biz gittiğimizde bir çift aileleri ile beraber nişan fotoğrafları çekiyorlardı. Manavgat'ta yaşayanların düğün ve nişan fotoğraflarının büyük bölümünün, Manavgat Şelalesinin orada olabileceğini tahmin etmek güç değil tabii ki... :) İleriye gidemedik dediğim gibi ama, fotoğraf çekilen bölümün oraya gittik. Oranın alt tarafına asma kat gibi bir bölüm yapmışlar. 

Ablamlar diyorlar ki, biz geldiğimizde böyle bir yer yoktu. O alt bölüme cafeterya ve restaurant tarzı bir yer yapılmış. Şelaleye karşı yemek yiyebiliyor veya bir şeyler içebiliyorsunuz. Güzel bir buluşma yeri gibi geldi bana. Ama her zaman olmaz tabii ki, giriş kişi başına ücretli çünkü... :) 


Babam ile annem lavabodan çıkmışken, Kağan'ım ile Şelale pozu verdi babam. Annem mi? Annem henüz gelebilmiş değildi bu sırada. Ama sonradan farkettim, bir tek annem ile benim Şelale pozumuz yok. Neyse başka şelalelerde poz çekilebilmek nasip olur dedik... :) Dede-Torun pozu babam ve yeğenimden. Ve yeğenim yine uykulu gözlerle şaşkınlık içerisinde... :)


Restaruant tipi yerin üst tarafına denk gelen yere geçip aile pozlarına devam ettik daha sonra yine, ablam-eniştem ve Kağan'ım ile... Bir yere gitmişken, orada hatıra pozları verilmesini hoş bulanlardanım. Bu fotoğraflara baktığımızda, o günü daha net anımsayabileceğimi biliyorum çünkü. Ablam ve Eniştemin de beni kırmayıp böyle samimi pozlar vermesinden ötürü memnun oldum, teşekkür ederim her ikisine de... :)


Kağan'ım sanırım o kadar suyun nasıl öyle akabildiğine hayret etti bir süre sonra iyice. Pozlara daha sonra devam etmedi ablamlarla, kendisi suyu izlemekle meşgul oldu... :)


Ve bir Şelale gezimiz, kısa ve öz şekilde bitmiş bulundu böylece. Annem geldi, biraz hediyelik eşya standlarına baktık sonra da çıkışa doğru ilerledik. İleride suya ulaşabilme imkanı vardı da biz mi o imkanı kaçırdık bilmiyorum. Annemler sanırım ben inemeyeceğim için de, gitmediler öteye. Hem kalabalıktı, hem de tekerlekli sandalyenin gidebileceği bir yol yoktu. Dediğim gibi, başka şelalere kaldı... 

Annemin bir dayısı var, AliAbbas Dayım. Kendisi doğal varlıklara epey ilgilidir. O şelale veya bir konu oldu mu, hangisi doğal hangisi yapay iyi bilmektedir. Manavgat Şelalesinin onun özen gösterdiği şekilde, doğal olduğuna dikkat çekmek isterim. Ve herşeyin doğalı en güzeli diyerekten de noktayı koymak isterim... :) 

Belki inemedik suya ulaşamadık ama, gerçekten güzeldi ailemle beraber olmak ve bir yerleri gezebilmek. Önemli olan birarada olmak değil mi zaten? :) Bence öyle...
Sevgilerimle...

Manavgat Şelalesi ile ilgili daha fazla bilgi alabilmek için buraya da bakabilirsiniz... 

21 Ağustos 2014 Perşembe

Şiirlerle Hayat - #10 - Göğe Bakma Durağı


Temmuz bitti, Ağustos bitecek neredeyse ama ben ancak yazabiliyorum bu ayın Şiirlerle Hayat yazısını... Bu ayki Şiirlerle Hayat Yazım için seçtiğim Şairimiz Turgut Uyar, Şiiri ise Göğe Bakma Durağı... Bu ay ki şiirle, sık sık yaşadığım bir duygumdan bahsetmek istiyorum.

Diğer Şiirlerle Hayat yazılarımı burada bulabilirsiniz... :)


Öncelikle Turgut Uyar Göğe Bakalım demiş, Göğe Bakma Durağı şiiri ile beraber... Ben bu şiiri okuduğumda hayata dair neyi hissettiğime geleceğim ama önce şiiri okuyun isterseniz. Turgut Uyar'ın yüreğine sağlık... Turgut Uyar, 1950'li yıllarda oluşturulan İkinci Yeni Akımının şairlerinden biridir. 1985 yılında hayata gözlerini yummuştur. Mekanı cennet, kabri nur ile dolu olsun. Turgut Uyar ile ilgili daha fazla bilgi almak için buraya bakabilirsiniz...


Göğe Bakma Durağı / Turgut Uyar

İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yanan otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım

Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
İnecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım

Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım

Turgut Uyar...


Bu şiir bana beklenen biri varmış gibi hissettiriyor. Ama aynı zamanda beklenen kişi hem gerçek biri, hem de hayal edilen biriymiş gibi. Belki de ben öyle hayal ediyorumdur, bilemiyorum. Göğe bakmak her zaman yapmayı sevdiğim bir iş. Biriyle veya birileriyle göğe bakmak mı önemlidir sizce, yoka göğe bakarken aynı şeyi görmek mi? Bence aynı şeye bakmak ve aynı şeyi görmüş olmak değil de, beraber göğe bakmak ve beraber bir şeyler yapıyor olmak önemlidir. Bana bunları hissettiriyor bu şiir nedense...

Geçmiş zamanda bir arkadaşımla konuşurken bir soru sorulmuştu bana; "Sevdiğinle aynı yıldıza bakmak mı yoksa yıldızlara bakmak mı?" diye. "Bende aynı gökyüzüne bakmak bile yeter." diye cevap vermiştim... Benimki belki gerçeklik üzerine bir cevaptı, ancak onun cevabı şöyleydi; "Düşünsene aynı yıldıza bakıyorsun ya, ne büyük mucize ve ne büyük aşk." Bu gerçeklikten öte bir aşk'ı aramak diye düşünmüştüm. Göğe bakmak güzel şey de, fazlasını aramanın gereği yok diye düşünüyorum hala da... Seviyor olduktan sonra...

Turgut Uyar güzel anlatmış, bana laf düşmez. Ama kim kurmaz ki hayalini, beraber eğlenceli ve sevgi dolu vakit geçirebileceği birinin geleceğinin. Benimki de öyle bir his işte... Herkes bekler diye hissediyorum çoğu zaman, herkes bir ruh ikizi olduğuna inanır bence. Bu şiir de, beraberlik hayali kurduklarımıza dair ve biri olacak hayatımızda diye düşlemelerimize dair...

Şiirde zaten anlatmak istediği herşeyi anlatmış Turgut Uyar ama yine de söylemeden geçemeyeceğim. Bence şunu demek istemiş şiirde; seven iki kişinin birarada uyum sağlayabilmesi, gerçek sevgi ise aralarındaki hiçbir şekilde güç değil. İnsan ancak gerçekten sever ise, her koşulda birbirine uyum sağlayabilir. Vakit ayırmak gerek sadece, sevdiğinle beraber kendine...

Göğe Bakma Durağı... Durma Göğe Bakalım...

Sevgilerimle... :)