28 Şubat 2013 Perşembe

28 Şubat Bir Farkındalık Günüdür


Bugün 28 Şubat, Dünya Ender Rastlanan Hastalıklar Günü. Aslına bakılırsa, bu sene öğreniyorum bugünün Ender Rastlanan Hastalıklar Günü olduğunu... Biliyordum böyle bir günün olduğunu, ancak bugün olduğunu bilmiyordum...

Bugün Bir Farkındalık Günüdür. Daha önceden de söylediğim gibi, böyle şeylere farkındalık oluşturulmalıdır toplumda. Ben bunu canı gönülden istiyorum. Çünkü engellilerin dahi farkındalık oluşturulmayan toplumlarda zorluklar yaşadıklarını biliyorum ve bu zorlukların biraz da olsa yavaş yavaş azalmasını istiyorum.
Nadir Rastlanan Hastalıkları yaşayanların yaşama koşullarının Farkındayım demek için, böyle bir gün var işte Dünyada.

Tüm dünyada,önemli hastalıklarla mücadele eden insanların, vermek istedikleri mesajı anlamak için, yakalarına taktıkları kurdelelerin rengine bakabilirsiniz. Kalp hastalıkları için kırmızı, göğüs kanseri ile mücadele için pembe gibi.. Canavan gibi ender rastlanan hastalıklarla mücadeleye dikkat çekmek içinse Global Genes Project MAVİ KURDELE ile ender rastlanan hastalıklarla ilgili bir mesaj veriyor.

Türkiye'de ilk kez Sarp'ın Umudu Derneği , ''28 ŞUBAT'TA MAVİ KURDELE TAK, MAVİ KOT PANTOLON GİY '' diyerek, bu projeyi gönüllü olarak destekliyor !

Böyle güzel amaçlar uğruna yapılan etkinliklere, gönlümle katılıyorum her ne kadar bu projeye etkin şekilde katılamasam da. :)

Böyle güzelliklerin farkına daha çok varıldığı, güzel günler diliyorum hepimize... :) Dünya Ender Hastalıklar Günümüz Kutlu Olsun... Böyle projelere gönül vermeye çabalayan büyük yüreklere selamlar olsun...

Sarp'ın Sitesine Buradan ulaşabilirsiniz...

Sevgilerimle...

Heyecanlıyız Ve Hazırlıklar İçerisindeyiz


Bugün hava çok kötüydü. Ve ben 2 gündür dişçimin verdiği ilaçlardan ötürü geceleri uykulara dalamamanın ve ilaçların yan etki yaptığı ağrılarla geceleri uykuya zor dalıyorum, sabaha da uyanamıyorum... Neyse ki dün biten bir ilacın ardından, bugün yan etkileri azaldı ilaçların. Umarım artmaz yine diyelim... Bu sebepler yeni yazı yazamamama sebep oldu maalesef... :)

Güzel Bir Haber;

Ve bu sıkıntıların ardından bugün uyanıp, kahvaltı yaptıktan sonra öğlene doğru çok güzel bir haber aldık annemle. Bu sene ailemize katılan yengemden, güzel mi güzel bir haberdi bu. Küçük Dayım'ın Eşi, Hatice Ablam'dan aldığımız bir haberdi. Aslında bu yazıyı yazıp yazmamakta kararsız kaldım, nazar açısından. Derler ya hep söyleme etme... O yüzden, Aşağıdaki nazar boncuğu yengem ve kuzenim için. Allahım sağlık ve sıhhat versin her ikisine de inşallah. :)


Bu nazar boncukları, tüm bebek bekleyenlerimize ve yıldızı düşüklere gelsin, benden. (İçimden geldi) :)


Ve Tatlı Bir Hazırlık Telaşemiz Var;

Bu haberden sonra, heyecan içinde yarına hazırlanmaya devam etti annem, daha bir şevkle ve neşeyle ev temizliğine devam etti. Bende her zamanki internete bakınmama devam ettim. Ancak aklım uçtu, ancak şimdi yazabiliyorum yeni yazımı. Şu saatte hala hazırlık yaparken bile bu haberin etkisindeyiz çünkü... :)

Ne hazırlığı diye soracak olursanız, Kağan Efe'mizin İlk Dişi Çıktı geçen hafta. Yarın onun Diş Hediği heyecanı olacak bizim evde, Akrabalarımız ve Komşularımızla... :)

Diş Hediği Nedir Dersek;


Diş Hediği; Bebeğin ilk dişi çıktığında geleneklere göre buğday ve nohut gibi bakliyatlardan yapılan eş dostla yenilen bir aşdır. Geleneklere göre, bebeğin diğer tüm dişleri sağlam olsun, sağlıkla çıkartsın diye hedik yapılır. :) 

Gerçi yapılırmış diyerek, lafa gireyim devamında. Geleneklerimizden gelen bir şey bu. Ancak büyümesini izleyebildiğim en iyi bebek, Kağan yani yiğenim olduğu için, bende ilk defa şahit olacağım. :) 

Yarın misafirlerimiz var, Kağan'ımız geliyor. Yarın akşama bir Diş Hediği Töreni yazısı olacak buralarda... :)) Ben çok heyecanlıyım, yeni bir törene tanıklık yapacağım. Neler yapılacağını biliyorum yarın. Ama yarın ki yazımda olanlarla beraber anlatacağım burada. :) 


Bu arada bloğum için bir Anket hazırladım, Bloğumu Nasıl Buldunuz? diye. Eğer yanıtlamak isterseniz, 1 hafta boyunca yan tarafta olacak Anketim. Yarınki yazımda görüşmek üzere... 

Sevgilerimle... :)

26 Şubat 2013 Salı

Cesaret İçeren Diş Kontrolüm


Bir önceki yazımda, Diş korkumu belirtmiş, bugün diş randevum olduğunu söylemiştim. Buradan Diş korkumu ve diş doktorum hakkındaki hislerimi anlattığım yazımı okuyabilirsiniz...

Bir cesaret gittik bugün, Babam ve Annemle dişçiye. Biraz geç kaldık açıkçası. Aksilik işte, Babam geç kaldı. Çalıştığı lokantanın arabalarından birini, patronundan ödünç alan biri kaza yapmış. Şükür kimseye bir şey olmamış. Ancak arabada büyük hasar varmış. Babam geç kalma sebebini, "Kaza yaptık, ondan geç kaldım." diye söyleyince, öyle korktuk ki annemle. Ancak Şükür Babama da, kimseye de bir şey olmamış. :)

Geç kaldığımız için, doktorun çıkmamış olması şansımıza oldu. Sağolsun, sebebimizi söyleyince kabul etti. Diş doktorum Sinem Hanım, zarif güler yüzlü bir bayan. Bir önceki yazımda tahmin ettiğim ve dilediğim gibi yani. :)

Diş koltuğuna oturmama gerek kalmadı. Tekerlekli Sandalyede kontrolümü yaptı. (Tekerlekli Sandalyelerle sorunum yok artık, sadece Tekerlekli Sandalye benim değildi, ondan iyelik eki kullanmadım) Bu cesaretimi ilk oluşundan ötürü babamdan belgelemesini istedim... Eski resimlere bakmak mutlu ediyor beni.


İşte böyleydik. Odaya girdiğimden beri tedirgindim. Ellerimin duruşundan belli oluyordur sanırım. :) 
Resim kötü biliyorum, kusuruma bakmayın. O an gerçekten benim için büyük cesaret göstergesiydi. Hatıra kalsın istedim. :) 

Gelelim doktorumun dediklerine; (ben doktorumu sahiplendim bu arada, 10 dakikayı geçmese de randevumuz)


Doktorum dişlerime ve dişetlerime baktı ve dedi ki; "Diş etleri epey gitmiş, Dişlerde tartar var. İlaç verip Dişeti tedavisine başlayacağız. Ancak solunum problemin var gibi görünüyor. Geceleri burundan nefes almada zorlanıyorsun?" İşte orada bir durakladım ben. Diş doktoruna pek sık gitmediğimden, epey şaşırdım. "Nasıl bilebildi ki?" diye. 

Evet geceleri solunum sorunu yaşadığımı, solunum sıkıntımın hastalığımdan ötürü de, Kundura göğüs tipimden ötürü de çektiğimi söyleyince, " Öncelikle bu solunum sıkıntını gidermeden dişlerindeki lekelenmelerini tamamen tedavi edemeyiz. Benden önce veya sonra bir kulak burun boğaz'a da gitmelisin." dedi. 

Şimdi dişeti tedavisi için; 2 kutu hap bir de günde 3 kez gargara şurubu verdi doktorum. Bu ilaçlar bittikten sonra annemler doktora gidecekler, kalp rahatsızlığımdan ötürü, doktora gitmeden önce 2 gün antibiyotik kullanacağım, sonra da diş temizliği yapacak Sinem Hanım bana. Kanamalı tedavi olacağı için de lazım olacak o antibiyotik dedi, kalp rahatsızlığımdan ötürü diş çekimlerinden önce ilaç kullanmam gerektiğini söylediğimizde...

Durum böyle, bugünden başladım ilaçlarıma. Bir de doktorum azıcık azarladı beni, dişlerine çok da iyi bakmamışsın dedi. Arada sektirdiklerim olmuştu. Hepsi dikildi bugün karşıma işte. :) Artık sektirmeden dişimin bakımına önem göstereceğime söz verdim. Hem kendime, hem de doktoruma...



İşte bir cesaretle gittiğimiz kısa doktor kontrolümüzden, "Kanamalı Tedavi" lafını beynimde büyüterek çıktım. Korkuyorum, ağlamak istiyorum. Hem dişlerim sağlıklı olsun, hem de o koltuğa oturmayayım istiyorum. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu değil mi? :/ Artık kontrollere gideceğim dedim ama, birden gitmiyor korku öyle işte. Kanamalı lafını duyduktan sonra, arttı bile. Neyse söz verdik, ve başladık artık. Kazamız mübarek olsun, diyeceğiz, İlaçlar bittikten sonra tıpış tıpış gideceğiz doktorumuza. :)

Sevgilerimle...

25 Şubat 2013 Pazartesi

Korkular Ve Benim Dişçi Korkum



İnsanoğluyuz; her ne kadar mantığımızı kullanabiliyor olsak da ve kendimizi savunma güdümüz olsa da, zaman zaman kendimizi savunamayacağımızı sandığımız birçok şeye korku duyuyoruz, ister istemez.  Birçoğumuzun korkuları var. Karanlık korkusundan, sevdiklerimizi kaybetme korkusuna kadar... Sayısız ve akla gelemeyecek kadar birçok korku...

Ve derler ki; Korku Mantıktan Daha Güçlüdür...

> Kimimizin karanlık korkusu var (Ki benim hala azıcık karanlık korkum var, bazen ortaya çıkıyor),

> Kiminin Böcek fobisi var (Bu da bende var maalesef. Ama şimdi güzel bir şey değil ki, haksız mıyım?)

> Kiminin de Dişçi Korkusu (Evet işte bu da var bende ve bugün yüzleşeceğim bu korkumla). Ben sırf kendi korkularımı mı yazmış oldum? Neyse :)

>Yükseklik korkusu olan da var, Bir hayvana karşı duyulan korkusu olan da. Tek başına dışarı çıkamama korkusu olan da var, sahne fobisi, topluluğa çıkma korkusu olan da...

Dişçi Korkuma Gelelim; Bugün Dişçi Randevum Var, 


Resimdeki, dişçi koltuğu, google görsellerden alınmıştır.
Öncelikle, her ne kadar rengiyle sevimlileştirilmeye çalışılmışsa da, korkutucu değil mi sizce de? :/


Başta da saydığım gibi üç büyük korkum var benim. Evde yalnız kaldığım zamanlarda, bazen, karanlıkta kalma korkum (Ki şükür eskisi kadar değil), Böcek korkum (Bu da biraz iğrendiğimden açıkçası. Küçüklüğümden beri var) Ve dişçi korkum (Bugün bunu aşacağım)...

2-3 haftadır, diş etlerimden ve dişlerimdeki büyük ihtimal tartar olduğunu düşündüğümüz siyah noktalar ve bir de diş eti çekilmelerimin iyice artması dolayısıyla, annem ve babamı dişçiye götürmeleri için sıkıştırıyorum. Bugüne kısmet olabildi ancak. Cuma gününe alacaktık aslında randevuyu, geçtiğimiz Cuma'ya, Ancak alacağım doktorun Cuma günü full doluymuş. Bugüne aldım bende...

Bizim burada, Yani Bursa'nın Gemlik ilçesinde, birkaç sene öncesinde Ağız ve Diş Sağlığı Hastanesi açıldı. Devlet hastanesi olması lazım. Bir kez gitmiş bulundum o hastaneye, o da üst üste denk gelen dişlerime tel taktırmak mümkün mü diye kontrole. Ama mümkün olamadı maalesef. Göründüm geldim o zaman. :)

Neyse Cuma günü aradım telefondan 182'yi, Diş Hastanesinden Randevu alacağımı söyledim. Erkek doktor, Bayan doktor takıntım olmadı hiç hayatımda. Konu sağlık olunca, her birimiz sağlığımızı güvenle emanet edebilmeliyiz doktorlarımıza.

Ancak konu diş olunca Bayan doktor olmasını tercih ettim ben. Korkuma engel olabileceğime tamamen kanaat getirdiğimi söyleyemem. :) Belki erkek doktor tahammül edemez bana, belli mi olur. Bayan doktorla daha iyi anlaşabiliriz, kendimi daha iyi anlatabilirim diye düşündüm bu sebepten. Hemcinsimle daha iyi anlaşabilirim bu konuda. İçimden bir his, doktorumun güler yüzlü ve iyi biri olduğunu söylüyor. (Umarım yanılmam hislerimde. Not:Doktorumu hiç görmedim)

Bu dişçi korkusu, ablamda da vardı. Belki de her ne kadar bilinçli olmasa da, yanında büyüdüğüm ablamı örnek aldığımdan ötürü bir korku olma ihtimali de olabilir. Küçüklükten beri korkuyoruz ikimizde dişçi ve dişçi koltuğundan işte. Ablam geçen sene bir cesaret edip korkusunun üzerine giderek biraz da olsa yendi korkusunu. Artık diş kontrollerine kendi gidip geliyor. Şimdi cesaret gösterme sırası bende. Diş sağlığımı, kalbim için önemsemem gerek. Bu benim, kendi rızamla gittiğim ilk randevum olacak. :)

Tüm cesaretime rağmen, yine de korktuğumu belirtmem lazım. Şans dileyin bana, son anda vazgeçmekten korkuyorum. Gerçi vazgeçmeye kalksam da, annemler izin vermez ama... :)

Karanlık korkumdan sonra, üzerine giderek yenmeye çalışacağım ilk korkum olacak bu. Umarım başarılı olurum. Dişçi randevumdan sonra, deneyimlerimi yazacağım...

Korkular maalesef hayatımızda büyük yer kaplayabiliyorlar. Sizin de böyle yenmek için üzerine gittiğiniz korkular var mı? :)

Kilo Verme Maratonum #2 - İlk Haftanın Ardından



Geçtiğimiz Çarşamba günü Kilo Verme Maratonumun ilk yazısını yazmıştım. Pazar gününden başladığımı ve Pazar günü 1 haftanın dolacağını yazmıştım. Buradan okuyabilirsiniz ilk yazımı.

Evet, Pazar günü ile birlikte 1 haftayı bitirdik. Bakalım nasıl bitirdik... :)

Bu hafta sağlığım konusunda güzel gelişmeler yaşadım. Şöyle ki; 

İlk gelişme, yatağımdan doğrulmak konusunda oldu. Evet, bu hafta eskisi gibi yataktan doğrulmakta zorlandığım için gerçekleştiremediğim, yatar konumdan oturur konuma geçişimi denedim ve gerçekleştirdim. Bu gelişme, bir şeyleri başarıyor olmanın mutluluğunu getirdi devamında... Ve devamının geleceğine dair bir ışığı ve azmi de getirdi... :)

Bu zamana kadar ne kadar deneme yaptıysam da sonuca varmak için devamlılık süreci gösteremedim. Bunun sebebi ağrılarım ve kasılmalarımdı, daha önceki yazılarımda da yazdığım gibi...

Bir diğer gelişme ise, daha dün fizyoterapi dersimden sonra uzun zamandır yürüyemediğim kadar mesafeyi yürümemdi. :) Ben yürürken bir kolumda Annem, bir kolumda da Tamara abla vardı... Dersten dinç bir şekilde çıktım ve adımlarımı rahat biçimde attım. Yürüdüğüm mesafe yaklaşık 10-15 metreydi. Tahmin edemeyebilirsiniz belki ama bu bizim için büyük bir mutluluk ve gururdu. :) İçimde hala o an'ın mutluluğu bulunmakta...

"Zayıflamak İçin Çare Yürümek" demişler; Google Görsellerde, Zayıflamak diye yazdığımda görmüştüm. Şimdi ben zayıflamak için adım attım yani? =))



Gördüğüm resim buydu. Resimde yazı tam gözükmüyor. Ancak anlaşılıyor sanırım. :)


Şimdi gelelim bunların Kilo Verme Maratonum ile ilgisine,

Ne kadar çok hareket etme alanım gelişirse, hareket edememe alanım bir nebze de olsa daralırsa; Kilo Vermem konusunda bir adım atıyorum demektir. Ne kadar hareket, o kadar kilo verme konusunda gelişme demektir. Demiştim ya hareketsizliğim kilo almama sebep oldu çoğunlukla diye...

İşte böyle. 1 hafta boyunca ne yedim ne içtim konusuna girmiyorum. Çünkü yediğim yemekleri ayarlamadık. Yani şu gün şunu yiyeceğiz, bugün bunu yiyeceğiz gibisinden bir diyet listesi yoktu. Her hafta yediğimiz gibi, haftada bir veya iki olmak üzere yediğimiz balığı yedik sadece.

Onun haricinde, biraz da kilomdan ötürü, yediğim yetmiyor gibime geliyordu doyduğumu bildiğim halde. Biraz tabağımda yemek bırakmama alışkanlığım olduğundan ötürü, biraz da yatmaya doğru acıkmamak için çok çok yeme alışkanlığımdan ötürü... İşte bunları durdurmak için 2 haftadır, bıraktım bu alışkanlıkları. Tabağıma yiyeceğim kadar alıyorum artık. Uykuya yakın acıkırsam da acıkayım, ne olacak dedim. Bunun için de, Acıkırsam bir küçük kaseye yoğurt alıp yiyorum artık.

Böyle bir yöntem buldum bu sorunlarıma işte. Bence güzel de yöntemler oldu. Siz ne dersiniz?

İşte 1 hafta böyle geçti. :) Hastalığımda yaşadığımız güzel gelişmelerle ve yemek hakkında yaşadığım ufak tefek de olsa sorunlarıma bulup uyguladığım çözümlerle. :)

Şimdi önümüzdeki hafta, bu hafta yapmak isteyip de yapamadığım, yerde yuvarlanma ve sürünme hareketlerime başlayacağım... :) Bana şans dileyin. Biliyorum ve tahmin ediyorum ki, karın kaslarımı ve birçok kaslarımı zorlayacak bu hareketler başlarda. Ama ben gelecek için kurduğum hayallerim ve ailemle sağlıklı geçirmek istediğim bu hayat için söz veriyorum, bu hafta kesin başlayacağım. :)


Not: Çok gülücüklü bir yazı oldu, şimdi gördüm. Kusuruma bakmayın lütfen, bu haftaki gelişmelerden ötürü çok ama çok mutluyum cidden.

Sevgilerimle... :)


24 Şubat 2013 Pazar

Filmi Olan Kitaplar #2 - Zaman Yolcusunun Karısı


Filmi Olan Kitaplar Serimde İkinci Konumuz; Audrey Niffenegger'ın yazdığı Zaman Yolcusunun Karısı kitabı.


Kitabın Film versiyonunda, Yönetmenliğini Robert Schwentke üstlenmiş. Ve Başrollerinde de Rachel McAdams ve Eric Bana gibi başarılı oyuncular rol almış. Kitabını okuyup bitireli 1 ay, filmini izleyeli ise henüz birkaç saat oldu. :)

Aslına bakılırsa filmini izlemekte biraz geç bile kaldım. Ama ancak fırsat bulabildim diyebiliriz. Bilindiği üzere, bu ay biraz yoğundu benim için. 

Film hakkında kısa bir cümle söyleyecek olursam; Bu Kitap diyor ki; Aşk Zamana Bile Meydan Okuyabilir.





Kitabın konusuna geçecek olursak; 

Engel olunmaz ve kendi kontrol edemez bir şekilde zamanda yolculuk yapan Henry'nin ve Eşi Clare'in yaşadıkları zorlu aşk'ı ve olayları anlatıyor kitap. Henry genetik olduğu söylenen bir rahatsızlıkla, gelecek zamana yolculuklar yapıyor. Bu bazen geçmişine de olabiliyor. Henry ve Clare, ilk tanıştıkları zaman Clare 6 yaşında, Henry ise (Yanlış hatırlamıyorsam) 43 yaşında. Bu görüşmelerinden sonra, görüşmeleri aralıklarla devam ediyor... 

Henry, zamanda gezinen bir yolcu olduğu için ilk tanıştığı zamandan itibaren Clare'in karısı olduğunu biliyor, Clare de Henry'ye ilk gördüğü andan itibaren aşık oluyor. Ve Clare'in ömrü küçüklüğünden itibaren, Sevgilisi Henry'yi beklemek ile geçiyor...

İşte hikaye bu unsurlarda başlıyor. Gittiği zamanlarda Anadan doğma bulunduğu için, hırsızlığı ve kapı kilitlerini açmayı öğrenmek zorunda kalıyor Henry. Clare, 18 yaşından sonra Henry'le uzun zaman görüşemeyeceğini öğrendikten sonra, yılların hızla geçmesini bekliyor. Ve her an hazırlıklı olmaya uğraşıyor...

Clare, Uzun yıllar sonra Henry'yi çalıştığı kütüphanede bulunca, aşkları kaldığı yerden devam ediyor. Tabii öncelikle kendini tanıtması, anlatması ve sabırla beklemesi gerekiyor...

Kısacası; bol fedakarlık içeren bir aşk hikayesi. Ve bir bakıma, iki tarafı da aşkın teslim almasından itibaren seçim haklarının olmamasını içeriyor. Fantastik dalında, güzel bir işe imza atmış olan Audrey Niffenegger'ı kutlamak lazım...

Kitabı okurken;

Kendimi Clare'in yerine koydum kitabı okurken. Yani Zaman Yolcusunun Karısı'nın yerine. Düşündüm; Eşim, sevgilim bir Zaman Yolcusu olsaydı ne yapardım? diye. Bence Aşk; gerçek olduğu sürece ve endişe duymayıp karşılıklı fedakarlıklar gösterildiği sürece, her şeye değer. Ben böyle düşünüyorum, en azından...



Gişe rekoru kıran filmine gelince;

Filmi bu akşam izledim. Aslında bu akşama doğru, internetten açıp yarısını izlemeye başladım. Ancak annemlerin misafirliğe gideceklerini duyunca yarım bırakıp, onlar evde yokken televizyon'da izlerim dedim. Ve arkadaşım Damla ile film şöleni hazırladık bu akşam bizim evde... :)

Benim konuya hakim olmamdan ötürü sanırım, Damla benim kadar ilgilenemedi filmle. Ancak film bana kalırsa, biraz eksik kalmıştı. Tekrar söylüyorum ki, tüm kitabı filme sığdırabilmek mümkün değil, biliyorum. Ancak bu sefer, filmin fazla yüzeyselliği beni rahatsız etti. Önerim, her şeye rağmen yine de, biraz daha uzun tutulmasından yöne olurdu...

Kitabı ile Filmin alakasız olduğu durum olmaması artı bir durum. Bazı filmlerde kitaptan ayrılarak, konu bütünlüğünü bozabiliyorlar. Bu filmde yoktu. Ancak ben filmin yüzeyselliğine rağmen bayıldım. Çünkü filmdeki oyuncular, kitapta okuduğumla tamamen birebir uyuşuyorlardı. Başka bir yerden kopartılıp alınmış gibi değildi. Tabii Clare'in annesi haricinde... 

Alacakaranlık'ta oyuncular birebir değil miydi? derseniz, tabi ki birebir tutmuştu oyuncular. Ancak bu filmdeki oyuncular da kitaptaki karakterlerle birbirine uyumluydu. :) 


Bu başrol oyuncularından, Clare (Rachel McAdams). Kitaptaki anlatıma göre çok iyi bir oyuncu seçimi olmuş. Eric Bana konusuna girmiyorum bile, çıkamam o konudan. =)


Şöyle bir kez daha yüzeysel yorumlayacak olursam; 

Film mi, Kitap mı? diye kendime sorduğumda, Sanırım ben önceliği kitaba verirdim. Ancak gelin görün ki, oyuncu seçiminden ötürü ayrı bir filme de yönelim bulunmakta bende. :)) 

Film'deki oyuncu seçimini beğendim, gerçekten güzeldi. Ancak kitaptaki konuların filme uyarlanmasındaki eksikler çoktu dediğim gibi. Alacakaranlık serisinde, bu filmdeki kadar eksiklik bulamamıştım. 




Diyeceğim şu ki; 

Kitabını okuduysanız filmi izlemenizi öneririm, kafanızda soru kalmadan kitaptaki oyuncuları göz önünde bulundurmak hoşunuza gidecektir. 

Kitabı okumadıysanız, izlemeden önce bir kez düşünün derim. Çünkü arkadaşımın suratında da gördüğüm şey, birçok soru işaretiydi. Çünkü -film süresi elbet ama- birçok eksiklik hakimdi. Filme kötü puan verilmesini istemem, kitabının kurgusu gerçekten Fantastik dalında başarılı çünkü...

Gelelim Filmde ve Kitapta beni en çok etkileyen noktaya;

Beni en çok etkileyen nokta, Özellikle Filmde, Henry ile Clare'in buluştukları noktalar olmadı. En çok, Henry'nin Geçmiş zamanda dolaşırken, Henry'nin 6 yaşında iken ölen Annesi ile Metro'da karşılaşmasıydı. Bir yabancı gibi davranmak zorunda da olsa, Annesine hayatındaki kız arkadaşından bahsetmesi filmde, beni cidden çok etkiledi. :)


Bu kare, Henry'nin Annesi ile metroda ettiği sohbetten sonra, annesine metro dışından baktığı sahne... 
(Resimler Google Görsellerden alınmıştır, bu kare hariç.)


Bir Filmi Olan Kitaplar yazımın sonuna daha geldik. Okuduğunuz için çok çok teşekkür ederim... 

Sevgilerimle... :) 

20 Şubat 2013 Çarşamba

Kilo Verme Maratonum #1 Başlıyoruz




Bu resimdeki bayan ne kadar güzel görünüyor değil mi? Ve de kimbilir ne sağlıklıdır... Ama ben, hastalığımın geçirdiği atak sebebinden ötürü aldığım kilolarla beraber bir süredir sağlıksız bir haldeyim... 
(Resim, internetten puzzle bakarken beğendiğim bir puzzle resmidir)

Hastalığım sebebiyle, birçok normal kişiye göre, kilo almak bana daha çok yasak. Hareketlerimi de kısıtlıyor, kaslarımı daha da zayıflatıyor. Çok zayıf olmak da yasakmış, çok kilolu olmak da. O yüzden, aldığım kiloları vermek üzere, bir maraton başlattım Pazar'dan itibaren. Ama bu yazıyla itibaren, ciddiyeti ele alıyorum bir bakıma...



Kilo verme maratonuma başlıyorum bugünden sonra. Ve haftalık yazı olarak yazacağım bundan sonra. Umarım yarıda bırakıp, sonuca varmadan bitirmem. Aslında kararlıyım, bu sefer iyi bir sonuç almadan bırakmayacağım.

Hemen şöyle başlayayım; 

Daha önce de yazdığım üzere, Sındırgı'da yanlış tedavi ile hastalığımda geçirdiğim atak; ağrılarıma, kasılmalarıma ve bunların doğurduğu hareketsiz kalmalarıma sebep olmuştu. Ve bu hareketsizliklerim de kilo almama sebep olmuştu ve bilimum sebep olmaya da devam ediyor...

Bu kilo almalar bunca zaman boyunca sinirimi bozmuş olsa da, elimden bir şey gelemedi ne yazık ki. Çünkü ağrılarım hat safhada idi ve üstüne gidemiyordum ne ağrıların ne de kasılmalarımın. Sındırgı'dan döndüğümden beri kasılmalarım yok denecek kadar az. Olsa olsa, bazen haftada bir, bazen de haftada iki olmak üzere boy gösteriyor o kadar...

Şimdi neden bu kadar kararlılık safhasına, anca ulaşabildin derseniz? Hareket edebilme düzeyim, Tamara abla ile tanıştığımdan beri biraz arttı ve ağrılarımın düzeyi de epey azaldı bu sıra. Tamara ablan kim derseniz, Buraya tık tık...

Kilo almalarımın en büyük sebebi hareketsizlik... Tamam, öğün kaçırmıyorum ama yediklerime de olduğunca dikkat ediyorum. Ama olduğunca hareketsizim. Ayaklarımın ağrısı, özellikle de dizlerimin ağrısı yüzünden, hareket etmeye mecal bulamıyorum kendimde. Ağrım artacak korkusundan, kendimi de zorlayamıyordum. Ama ağrılarımın birkaç haftadır bir nebze de azalmış olmasından ötürü, (Ben bunda, aldığımız bilgisayar altlığının da katkısının olduğuna inanıyorum) hareket etme girişimlerime başladım. Ve yavaş yavaş kendi kendime spor yapmalarıma başlama kararımı gerçekleştirmeyi istiyorum...

Hep bu yolda yapabileceğim, işe yarayacak uygulamalara bakıyorum netten. İşe yarayacağını düşündüğüm maddeleri gerçekleştirmeye çalışıyorum. Ama bir şekilde zayıflayacağım, bu konuda çok istekliyim...

Şöyle neler yapacağım konusuna gelirsek;

1- Günlük sporumu yapmaya özen göstereceğim,

2- Yediklerime daha da dikkat edeceğim, gerekirse tabak porsiyonlarımı küçülteyim diyorum. :)

3- Ben rejime başladığım zamanlar, aldığım en büyük kararlardan biri de abur cubur üzerine oluyor. Bu şöyle ki; normalde de fazla yediğim kanısında değilim ama, rejime girdiğim zaman haftada 2 kereden fazla çikolata yemeyeceğime dair söz veriyorum kendime mesela. Ki normalde de 2'den fazla yemiyorum olabildiğince.

Zaten Kola-cips ikilisi hayatımda yok birkaç senedir. Cips'i birkaç ayda bir yiyorum, kola hiç yok hayatımda...

4- Ve son madde, gün içinde yeşil çay içeyim, diyorum bir de. Yeşil Çay ve bilimum çayların işe yaradığı söyleniyor. Toksinler açısından, vücudun su ihtiyacı açısından felan. =)

Hadi hayırlısı o vakit. Öneriler olursa, seve seve alırım. Son olarak 2009'dan zayıf halimin resmini paylaşmak istiyorum sizlerle. 2010'da, yani buradan Sındırgı'ya giderken ki halim aşağıdaki resimdeki gibiydi.


Eylül/2009 Yer: Ankara Hacettepe Fizik Rehabilitasyon Önü 

Yukarıdaki resimle de, bana Sındırgı yaramadı demek istiyorum, diyebiliriz. :)) İşte durum tamı tamına, böyle... :)

İddia'mın sebebi anlaşılabilmiştir umarım. Ve şimdi yukarıdaki resimdeki gibi bacak bacak üstüne atamıyorum, çorabımı giyinirken bile zorlanıyorum, Ve evet itiraf ediyorum ki; bunları söyleyerek kendimi iyice utandırmaya uğraşıyorum ki, zayıflamak konusunda başarılı olabileyim. :)) Yukarıdaki resimdeki gibi olmak istiyorum, yeniden... 

Umarım takipte olanlar olur, ve benim vazgeçmemem konusunda beni destekleyen de olur. Değerlendirmelerimi ve yeni deneyimlerimi bu başlık altında haftalık olarak yazacağım. Telefonumun bir köşesinde de, bilgisayarımın görünür kısmında da zayıf resimlerimi bulunduracak ve azmimi kaybetmeyeceğim bu sefer. 

Ama şu da var ki; bugün kararlı oluşumun 3. günü... Sıraladığım maddeleri, spor maddesinin haricinde uygulayabildim. En iyisi şimdi kalkıp bir an önce azıcık da olsa gerçekleştirmek. Bir yerden başlamak gerek değil mi? Başlamak da gerçekleştirmenin yarısıdır... :) Pazar günü görüşmek üzere. :))

Sevgilerimle... 

18 Şubat 2013 Pazartesi

Hayat Hikayem; #1 Kendimi Daha İyi Tanıtmalıyım, Dedim.


Bloğumda ilk yazımı yazarken; "Yıllar Geçerken, umarım anlatmaktan bıkmayacak bir blogger olarak karşınızdayım." Demiştim. Ancak bir şeyi açık açık anlatmak kolay olmadı, o da hastalığım ile ilgili yazmaktı.

Düşündüm de 2 gündür; hangi yazıda yazarsam yazayım, Hastalığımla ilgili anlatmadığım durumlara değinmek durumunda kalıyorum. Bahsetmediğim veya konusu tamamen açılmayan başlangıcımı anlatmak istiyorum bu yazımda.

Aslında bu yazı gecikmiş bir yazı. Hastalığımdan ne kadar bahsettiysem de bu zamana kadar, bu kadar açık açık anlatmamıştım. Bu bloğu açma sebeplerimden biri de, benimle aynı hastalıkla yaşama mücadelesi verenlerle tanışmak ve sesimizi duyurmaktı, engelliler olarak. Engelliler olarak sesimizi duyurma çabalarım tam anlamıyla bu yazıyla beraber başlayacak...

Bu yazı, hem engel durumumu anlatmak için, hem de bloğu açma sebeplerimden birini, hayat hikayemin büyük bir bölümünü oluşturan hastalığım ve hastalığımı öğrendikten sonra yaşadıklarımızı değerlendirmektir. Şimdiden hayat hikayemi merak edip okuyanlara teşekkür ederim. :)


Şurdan Başlayalım; Hastalığımın Ortaya Çıkışı;

5-6 yaşına kadar, hastalığımdan eser yokmuş aslında. Birçok sağlıklı insanla birmişim. O zamanları hayal meyal hatırlıyorum. Hastalığımın ilk çıktığı zamanı mesela. 5-6 yaşlarında bir ateşli hastalıktan sonra baş göstermiş hastalığım. Sonradan öğrendiğimize göre doğuştan beri varmış bu hastalık. Neyse, bu hastalık ilerleyen yaşta gözükebildiği gibi, doğuştan da belli edebilirmiş kendini yani.

Parmak uçlarına basarak yürümelerim, sık sık düşmelerim ve çabuk yorulmalarım baş göstermiş 5-6 yaşlarımda. Annem çok doktora götürmüş, çok uğraşmışlar babamla. Ancak her doktor "Kızınızın bir şeyi yok, hasta mı olmasını istiyorsunuz?" gibisinden tersleyerek yollamışlar. Kim ister ki yavrusunun hasta olmasını, Annemler çare bulma uğraşlarına devam etmiş yine de. Aklına gelen, duyduğu doktorlara götürüp göstermiş o zamanlar hep.

Daha sonra Anaokulundaki öğretmenim de Anne ve Babamla bu konuda konuşmak isteyince, daha çok doktor kapılarını aşındırmaya başladık. İşte o zaman tekrar gittiğimiz Uludağ Üniversitesi'ndeki bir doktor anlayabildi rahatsızlığımı. İşte o anlardan itibaren hatırlıyorum hayatımı ben. Uludağ Fakültesi'nde annem doktorlarla konuşurken, hemşirelerin beni alt katta bulunan Mc Donalds'a götürdüklerini, hastanede bulunduğumuz saatler içinde edindiğim arkadaşlıkları ve nicesini...

Uludağ Fakültesinde'ki bir doktor bizi "Ankara Hacettepe Üniversitesi'ne yönlendireceğim ben sizi, Haluk Topaloğlu'na. Kas Erimesi diye tahmin ediyorum." gibisinden laflar etmiş. Sonrasında Ankara'ya, ilk defa Hastane'ye doğru yolculuğumuz başladı işte.

Haluk Topaloğlu'na gittik. Hastalığımın Kas Erimesi olduğu tanısı Hacettepe Üniversitesi'nde koyuldu. Biyopsi yapıldı, Limb Girdle-Müskuler Distrofi (LGMD) denildi. Biyopsi'den çıkıp acıdan hüngür hüngür ağladığımı, sonra babamın kucağında halamlara gittiğimi ve bana aldıkları küçük org'u unutmam hala. :)

Biyopsi'de küçük bir talihsizlik yaşamıştık bir de; O gün bol yaralı gelmiş acile sanırım. Uyuşturucu azalmış ve biraz da az uyuşturmaları gerekiyormuş zaten. Canlı canlı kesmek zorunda kaldılar biraz da beni. Hastalığımın tam tanısı konulması gerektiği için, kas biyopsisi yapılmıştı işte. Böylece başladı hastane ve hastalıklarla uğraşmalarımız...

Annem ve Babam ile başladı Ankara'daki hastane yolculuklarımız. 5,5-6 yaşındaydım işte. Daha sonra her sene yılda 2 sefer gittik geldik annemle, bazen de babam eşlik etti işten fırsat bulabildikçe...

Yaşıtlarımdan farklıydım mesela,

Başlarda aslında pek değişik olmayan hallerim, ilerleyen zamanlarda gerçekleşti. Çabuk yorulmalarım arttı, düşmelerim arttı... Okulda ve Mahallede arkadaşlarımdan yavaş ve farklılaşmaya başlamıştım.

Ama Annem Babam saklama yöntemine gitmedi, en başından her şeyi anlattılar bana. En başından beri bir şeyler olduğunu bildim ben. O zamandan başladı sınavımız.

Hastalığımın ilk çıktığı zamanlar en zor zamanlardı benim için de elbet. Annem, Babam ve Ablam üzülüyorlardı, ve dünyaları başlarına yıkılmıştı benim yüzümden, biliyorum.

Benim Hastalığımı Öğrendiğim Zaman;

Bana anlattıkları zaman her 3'ü içinde kolay değildi belki de, "Allahtan geleni kabullenip, çözüm arayacağız." dediğinde annemler, ağlayacağımı bekliyorlardı belki de. Gerek küçüklüğümden, gerek hayata bakış açımdan ötürü umursamadım fazla. Dedikleri gibi olanları kabullendim ve çözümleri aramaya başladık. Onlar ağladı, ben susturdum. O zamanlar diğer çocuklardan tek farklılığım, onlardan fazla düşüyor olmam ve onlardan fazla yoruluyor olmamdı.

Ailem vardı yanımda ve daha sıkı tutundum ben yaşama sevincime. Hayatımdaki varlıklarına binlerce şükürler olsun... :)

Alternatif Tıp ve Denediğimiz Birçok Şey Oldu...

Başlarda Annem çok sarsıldı rahatsızlığımla. Gece yarıları hastalığımla ilgili bir sürü şey okuyordu, hastalığımı öğrenmek için benden geriye kalan vakitlerini Ansiklopedilerle geçiriyordu. Bazı geceler sırf oturup ağladığı oldu. Annem en büyük acının Evlat acısı olduğunu söyler durur hep. Ona bunu yaşatmayı hiç istemezdim, ama elden gelen bir şey yoktu maalesef. Yapabildiğim en güzel şey, asla inancımı yitirmemekti. Ve bunu hiçbir zaman rol oynayarak yer etmedim hayatımda, bu benim kendi esas düşüncem, hayat biçimim...

Doktorlar kendi aralarında tıp dilinde konuştukları ilk zamanlar, annem onlara cevap vermiş bir keresinde doktor annemi dışarı çıkartmış, "Sen nerden biliyorsun bunları, çıkartın bu kadını, delirecek yoksa." demiş. Annelik, çok kutsal bir meslek bunu öğrenmiştim ben küçük yaşımda.

Küçük yaşta spora başladım, doktorlarımın verdiği egzersizlerle. Annem hem çalışırdı, hem de öğle arasında beni odasına alır bana egzersiz yaptırırdı. Okuduğum okul Amcamla bizim ortak okulumuzdu. Öğle yarıları, 3 sayfalık egzersiz listemizdeki hareketleri yapardık. Günde 3 kez, Sabah-Öğlen-Akşam, olmak üzereydi...

Alternatif Tıp ile ağrılarımı geçirecek birçok yöntem denedik. Kimi yaradı kısa sürede olsa da, kimi de yaramadı. Ama birçoğunun şimdiki zamanıma beni daha sağlıklı taşıdığına inanıyorum ben. Yağlar kullandık, Otlar denedik, Otlu formüllerin içine yattım...

Öncelikle Beslenmeme, durumumuz iyi olmadığı zamanlar olduğunda bile, (Ki biz yokluğu da varlığı da gördük desekte; Annemler bize yokluk çektirmediler. Allah razı olsun) dikkat edilmeye uğraşıldı. Evimize zararlı şeyler sokulmamaya başlandı örneğin. Margarin kullanımı kaldırıldı evden mesela, ekmeğe sürdüğümüz margarini kaldırdı annem hayatımızdan. Hamur işleri haricinde... Dışarıdan yemek yemek olduğunca yasaktı mesela. Hala da dikkat ediliyor.

Yağlar ile annemin ovması, ağrılarımı hafifletirdi o zamanlar. Sıcak sular'a yatardım, otlarla hazırlanmış sulara yatardım. Bir ara BioEnerji aldım.

Bitkisel birçok şeyi denedik. Mesela; Sabah polen yedirin dediler, araştırıldı bulundu polen yedirildi bana. Enerji versin diye, Pekmezdi, Baldı, Keçi Boynuzuydu... Denemediğimiz kalmadı diyemem ama, ne duyduysak çoğu şeyi denedik. (Böyle yazarken zormuş anlatmak. Aslına bakarsanız, bu yazıyı yazmak da zor oldu başta benim için.)

Bir süre sonra eskisi kadar sıklıkla sürdürmemeye başladık, Alternatif Tıp'a başvurmayı. Ama bana göre, Bitkilerin de yararı var insan sağlığına. Tıp kadar olmasa da... Birçok şeyin şifasının Doğa'da olduğunu söyleyenler, bir noktada haklılar bence. (Birçok yöntemi denemiş olarak konuşuyorum bu noktada.)

O zamanlar zor da olsa güzeldi. Her duyduğumuz şey, umudumuzu arttırdı... Ama umudumuz hala var, bitmedi.

Daha Sonra...

Ablam daha çok yakınlarımdaydı, hastalığımdan sonra. O Liseye geçene kadar, aynı okuldaydık. Servislere binmem zorlaşmıştı. Başlarda bu canımı sıksa da, ablam yanımda olduğunda düzeliyordu. Ablam, İkinci annemdir benim.

Hala ablam yanımda olduğunda canımın sıkıntısı geçer. Ablamla iyi anlaşırız. Bir sıkıntım varsa, bu sıkıntının anlatım önceliği sırasında Anne Babaya anlatılmaz bir durumsa, (Arkadaşlar arası olur, sevgi olur, aşk olur), gidip ablama anlatır ondan destek alırdım. Allahım bozmasın, hala öyle ve destekçilerimden biri olarak yanımda ablam. Abla-Kardeş kavgalarımız vardı bizim de elbet, ama sonradan anlıyorsunuz hepsi tatlı kavgalarmış. Ablam evlendikten sonra evdeki yokluğuna alışmam çok zor olmuştu birkaç sene boyunca... :)

Hastalığımla yaşamaya başladığımdan bugüne kadar, karşıma birçoğu çıkıp; "Ben senin yerinde olsam, hayata küserdim. Helal olsun." dedi. Başta birçoğuna anlam veremedim. Mutlaka dışarıdan onlara dehşet verici geliyordu durumum. Hastalık sonuçta, kolay değil elbet. Ama hayat büyük bir sınavsa, ilk karşılaştığımız şeyde pes etmemek gerek değil mi? Ailemden öğrendiğim en büyük derslerimden biridir bu mesela...

Benim hastalığım ile ilgili çektiğim en büyük sıkıntı, bazılarının acımasızlıklarıyla yüzleşmek oldu. Birkaç kişinin karşıma çıkıp "Topal" sözünü sarfettiği oldu. Çok kızardım onlara, çok içerlenirdim. Eve gelirdim ağlardım, Benle beraber annem de ağlardı. Daha çok öfkelenirdim, acımasızlıklarına. Ve beni ağlattıkları için annemin de ağlamasına sebep olduklarına...

Sonra buna da alıştım. Sonuçta benim durumum, normal bir şey değildi. Annem ve Ablam birkaç ağlamamdan sonra, takmamamın daha doğru olacağını söylediler. Bu onları alay etmekten vazgeçirecekti. Onlar bu ne demek bilmiyorlardı. Hayatımda hiçbir zaman bir yerleri olamadı bu sebeple. Çünkü kendimi anlatmaya çalışsam da, beni anlamak yerine alay etmeyi tercih ettiler...

Bilirsiniz ki; küçük yaşlarda bazı çocuklar acımasız olabiliyorlar. Küçüklüğümden bu yana tek istediğim, Anne Babaların biz engellilerin varlığını da öğretmeleriydi çocuklarına...

En büyük sorunlarımdan biri de anlaşılamamak işte bu yüzden hayatımda. Ve belki de bu sebeple hep yanlış anlaşılmaktan korktum...

Bir de olumlu yanı vardı hastalığımın,

Gerçek dostumu ayırabiliyordum. Beni kusurumla sevebilen gerçek dostlarım da oldu elbet. Küçüklüğümden bu yana beni bırakmayan ve sevincime de hüznüme de ortak dostlarım oldu. Şükürler olsun onlara da... Hayat kötünün içinde iyi olanı bulup çıkarabildikçe güzel. İşte bu benim hayat felsefem... :)

İşte böyle benim hayat hikayem. Hastalığımın başlayışı ve yaşadıklarımızın bir kısmı bunlardı. Daha devam ettirmeyeceğim bu yazıyı. Çünkü bir yazıya sığdıramam tüm hayat hikayemi. Ama bu bloğu, açma sebeplerimden bir diğerini daha gerçekleştirmeye başlamak için bir girişimde bulundum bu yazıyla. Devamı gelecek yine.

Ben okunsa da okunmasa da yazmaya devam edeceğim, bloğumda. Bir bakıma kendime yazıyorum ben çünkü. Küçüklüğümden beri vazgeçmediğim bu yazma işini, ölene kadar bırakmayacağım. Bu da benim hayatımın bir parçası. :)

Yazımı okuduğunuz ve bana zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. :) Engellilere sağ duyu göstermenizi rica ediyorum.

Sevgilerimle... :)


Müsküler Distrofiler (Kas Distrofileri) Nedir?

15 Şubat 2013 Cuma

Sınavların Ardından Ailecek Geçirilen Zamanlar...


Bu Cumartesi-Pazar Finallerimin ardından, Alışveriş Merkezinde vakit geçirdik Annem ve Babam ile. Bir önceki yazımda da söylemiştim. Benim için bir değişiklik oldu yine. Hastalığımın ilerlemesinden dolayı eskisi kadar dışarı çıkamıyor ve fazla gezemiyorum bilindiği üzere. O yüzden böyle zamanları fazlasıyla değerlendiriyorum.

Vakit bulduğumuzda ya da hava güzel ise çıkıyoruz dışarı zorunda kalmadıkça. Aksi takdirde, hem ben yoruluyorum hem de annemler. Hem soğuk hava şartları dahi etkiliyor çoğunlukla. O yüzden bu sıralar fazla dışarı çıkamıyorum evden. Durum bundan ibaret ama, umarım zamanla atlatılacak bu zamanlar da...

Bu haftasonu vaktimiz varken ve beraberken, annem ve babamla hem gezdik hem de ihtiyaçlarımızı giderdik işte. Ne zamandır bana bir bilgisayar altlığı alacağız diye konuşuyorduk. Diz ağrılarımın belki de bilgisayardan ötürü artış göstermiş olabileceğini söyleyen birçok kişi ve doktor oluyor çoğu zaman. Bundan ötürü IKEA'dan bir bilgisayar altlığı aldık bana. Kullanımı çok rahat bir altlık.



Fotoğraf benim çekimim değil, Google görsellerden alıntıdır. 

Hemen belli olmaz diz ağrıma etkisi ama, biraz değişiklik var gibi. Çünkü ben bilgisayarı çok kullanan biri olduğumdan, belki 3-4 gün dizlerimden bilgisayarın ayrı olması bile pozitif etki yaratmış olabilir. Sanki biraz değişiklik var gibi de... Aldığımızdan beri olduğunca altlıksız kullanmamaya uğraşıyorum bende bilgisayarı.


IKEA'da gezinirken, Değişik bir olay geldi başımıza bir de. Benim hastalığım ile baş eden bir aile ile tanıştık. Oğulları da benim gibi Kas Erimesi hastasıymış. Aynı hastanede, yani Hacettepe Üniversite'sinde kontrollerini yaptırıyormuş o da benim gibi. Birçok ortak noktamız var yanii.

Tanışma fırsatımız bizim aracılığımızla gerçekleşti. Hastalığımın ilerlemiş olmasından ötürü Avm'lerde Tekerlekli Sandalye'ye biniyorum. Hastanelerde vs'de. Ancak şu an kullanabildiğim yerler sınırlı, kış olmasından dolayı.Velhasıl konuya gelelim; Akülü Sandalye de aldık bana, aküsüz sandalyeden sonra, bu atak'ın çabuk geçmeyeceğini bildiğimiz için. Henüz kullanmamış olsam da... Annem ile babam karşımıza 2.'ye çıkışlarında, "Altlarındaki akülü sandalyenin kullanım süresini soralım bir," dediler. Bu girişimimizle baya konular açıldı. Her ne kadar o fazla konuşmasa da, Anne ve Babası ile, Ablası ile konuştuk.

Bu her iki aile içinde iyi bir fırsat oldu bence. Aynı rahatsızlığa ya da olaya mensup kişilerin, birbiriyle iletişim içinde olması hep avantajdır. Dertleri paylaşmak, birbirimize yardımcı olmak ve herhangi bir durumda haberdar edebilmek için... Görüşmek için sözleştik, telefonlaştık ve kızları ile de mailleştik. Güzel bir karşılaşmaydı ve tesadüftü. Her ne kadar şu söz yer alsa da hayatta;

‎"Hiç kimse ile tesadüfen karşılaşmazsınız.
Tesadüf diye bir şey yoktur.
Hiçbir şey şans eseri olmaz.
Hayat, şansın ve tesadüfün ürünü değildir."


Ve "Kimse boşu boşuna girmez hayatımıza." :)

İşte böyle. Cumartesi günü IKEA maceramız böyle geçti. Sonrasında Dünürleri de alıp ablamın çalıştığı iş yerinin arkasındaki AVM'ye gittik. Biraz da orada gezinip eve geçtik.

Pazar günkü sınavdan çıktıktan sonra da Anatolium'u gezdik. Annem ve benim için (tamam çoğunlukla benim için) güzel, babam için ise 3 saat sonrasında zorlaşan bir gezintiydi. :) 12'den 6'ya kadar gezindik. Öncelikle market alışverişi yaptık, bir şeyler atıştırdık. Bir süre bol bol gezindik. Daha sonra da telefonumun iyice iflas etmiş olmasının ardından, yeni bir telefon almanın şart olmasından ötürü telefon bakma turlarına geçtik. Epey araştırdıktan sonra içime en sineni almış ve ailemi de zorlamamış olarak almaktan dolayı mutluluk duyarak çıktım Anatolium'dan...



Şansım yaver gitti yanii biraz da Pazar günü. Avea'dan aldık içime sinen telefonu. Samsung Galaxy Ace...

Memnun muyum?
Yaklaşık 4 gündür kullanıyorum memnunum.

Annemin Avea hattını düzenli ödüyor olmasından ötürü indirim aldık telefonun fiyatı üzerinden de. Almayı düşünen olursa, tavsiye ederim. Ben pek bi eksik yanını görmedim şu ana kadar... Özelliklerini sıralayacak olursak;

. Kamera: 5 Mp,

. İşletim Sistemi: Android,

. Wi-Fi: Var.

Zaten benim aradığım özellikler de bu üçünden ibaretti. Dokunmatik almak hiç aklımda yoktu aslında ama, büyük konuşmamak gerekiyormuş demek ki. Bunu bir kez daha anlamış oldum.


İşte sınavlar ve ardından aile ile beraber bir haftasonu böyle geçti. Ailecek geçirilen zamana, paha biçilemez... :) Nice güzel haftasonlarına...

13 Şubat 2013 Çarşamba

Yoğun Geçen Bir Haftasonu


Hayat her gün ayrı ayrı koşuşturmalar ile sürüp gidiyor. Her ne kadar her günümüzün monoton bir seyirle geçtiğini söylesekte... Mesela; Pazartesi'ye işim konusunda tamamen umutsuzluğa kapılmış biçimde uyanmıştım, dün ve bugün moralim ve umudumu yeniden kazanmış biçimde uyandım. Yorgunluk ve değişik hisler içerisinde bulunmak, insanı çok etkiliyor cidden...



Bir Haftasonu Nasıl Geçti?

Bu haftasonu Açıköğretim Finalleri vardı, Cumartesi ve Pazar. Hayli yoğun bir final çalışmalarının ardından ilk finallerime de girmiş bulundum böylece. Bu hafta sınav öncesi birkaç gün tüm dersleri kafamda toparlamak için gündüz gece tekrarları ile daha yorgun ve uykusuz geçti.




Cumartesi Günü 3, Pazar günü de 4 ders olmak üzere dönem sonu finallerime girdim. Pazar günü 2 dersin sınavı harici güzel geçti doğrusu. Cumartesi günü, sınav saatinin bitiminden yarım saat önce çıktım ve annemlerle Alışveriş Merkezi gezmeye giriştik. Cumartesi günü Ikea'yı gezdik, Pazar günü de Anatolium'u... Bu noktadan bir sonraki yazımda bahsedeceğim.

Cumartesi öğlenden sonrası ve akşamı Ablamlarlaydık. Pazar sabahı da ablamlardan gittik sınava. Kağan baya sıkıntılı bu sıralar. Haklı nedenleri var elbet canım yiğenimin. Düzeni bozuldu, geçiş evrelerinde, diş sıkıntıları ve mide sorunları var. Umarım 1 ay sonra yeniden düzenini kuracağız kuzumun. Ona duyduğum özlem çok farklı boyutta, ona duyduğum sevgim gibi...

Finalleri bitirmiş olmanın rahatlığı elbet var üzerimde. Ancak güzel geçmeyen 2 dersimin de sonucunu hem merakla hem de endişe ile bekliyorum. Cumartesi günü girdiğim ilk 3 ders'in sınavı gayet güzeldi. Ancak Pazar günü girdiğim 4 sınava o kadar iyi diyemem, 2 ders iyi 2 ders kötü geçti.

Bir İhtimal Var ki;

Ancak şöyle bir durum var ki, kötü geçen 2 dersin sınav sonucu kötü gelecek olursa; ortalamayı tutturamazsam, seneye tekrarlamam gerekecek bu dönemi. Yani Bütünleme hakkımızın olmamasından ötürü, durum karmakarışık noktaya gidecek. Bu tüm üniversiteliler için geçerli.

Üzüldüğüm bir nokta daha var ki, Sındırgı'da sorunsuz geçirdiğim 2 sene ardından, bir okulun ders programı doğrultusunda devam eden dersler gibi olamadı bu dönem. Kitaplarımın geç gelmeleri, 4 derste de bir sürü düşünür'ün oluşu epey kafamı karıştırdı. E bir de birkaç haftadır işe de kafa epey gitti. Ama yine de iyi idare ettiğimi düşünüyorum.

Neyse tümüne bakacak olursak; fazlasıyla takmış olduğumu söyleyemem. Ama insan yine de emek verdikten sonra, tüm bir dönemi yeniden okuyacak olma ihtimaline üzülüyor işte...

Bütünlemeler konusuna gelince; bütünlemelere hiç ihtiyacım olmadı bu vakite kadar. Ancak bu hakkın elimizden alınmasına susup kalmak için illa muhtaç olmak gerekmiyor. Sizde bu konuda hazırlanan imza kampanyasına destek olmak isterseniz, Buraya imzanızı atarak destek verebilirsiniz tüm öğrencilere...


Annem benim finallerden geçeceğimi hissettiğini söylüyor. Ama ben pek de emin değilim bu konuda. Ne diyeyim; Dilerim sorunsuz geçebilirim, geçebiliriz. Emeklerimiz boşa çıkmaz umarım... :)



Finallere hazırlıktan ötürü, yazamadım birkaç haftadır. Gündüzlerimin yarısı iş ile, yarısı da ders ile geçti. Sadece 2 derste zorlandım Pazar günü. Final'de bazı dersler zordu açıkçası. Bu yazı yazamadığım zamanı telafi etmek üzere bir yazı oldu bugün daha çoğunlukla. :)

Bir hafta böyle geçti işte; yoğun, uykusuz ve yorgun. Annemi babamı da epey yordum. Ben ders çalışırken onlar da benimle beraber bekleyip, destek oldular yine. İyiki Varlar; Annem Babam Ablam... Allahım onları başımdan eksik etmesin...

Sevgilerimle. :)

5 Şubat 2013 Salı

Filmi Olan Kitaplar #1 - Alacakaranlık Efsanesi


Kitaplardan Uyarlanarak Yapılan Filmler Hakkında;


Kitaplardan Uyarlanarak Yapılan Filmler, bazen sıkıntılı olabiliyor bilindiği üzere. Haklı olarak filmden önce kitabı okuyan izleyici kitlesi, görselde daha çok ihtişam bekleyebiliyorlar ya da tam tersi kitabı beğenmeyen filmde görsellik beklenebiliyor veya istenebiliyor. :)

Bu köşede yapabildiğimce; Filmi Olan Kitaplar'dan, okuyup da izlediğim, ya da izleyip de sonrasından okuduğum kitaplardan bahsedeceğim. :)

Yeni bir Köşe açıyorum diyebiliriz bu yazıda. Devamının geleceğini umut ederek tabii. :)

Alacakaranlık Efsanesi'ne Veda





Filmi Olan Kitaplar köşemin ilk konusu, Alacakaranlık Efsanesi. Alacakaranlık Serisinin Kitap ve Filmlerine bakacak olursak, etkisi daha uzun bir zaman sürecek güzel bir seriydi. Öncelikle kitaplarını okuyan bir izleyici kitlesiyim bu konuda. Biliyorum süreye sığmazdı kitaptaki tüm konuları filme uyarlamak. Ama serinin son bölümünün daha da ayrıntılı olabilmesini isterdim.

Yine de tüm kitap ve film uyarlamalarını değerlendirecek olursak Alacakaranlık Serisinin; Öncelikle kitabın yazarı Stepheıne Meyer'i, daha sonra da tüm filmde emeği geçenleri kutlamak gerek. :)


Bilindiği üzere Alacakaranlık Serisinin son filmi olan Alacakaranlık Şafak Vakti 2'nin bu sene 2. parçası da yayınlandı. Alacakaranlık Serisinin filmlerinin çekim ve gösterimlerinin de bitmesiyle, sinemalara da veda etmiş oldu. Bende bu yazıyla Alacakaranlık Efsanesi'ne Veda etmiş olacağım. :)


Alacakaranlık İle İlk Tanışmam

Alacakaranlık Efsanesi ile ilk tanıştığımda Lise 1'de idim. Bundan yaklaşık 6 sene önce yani. Şöyle bir bakarsak serinin ilk kitabının çıktığı tarih 2008 yılıydı. Lise 1'in 2. dönemindeydim yani... İlk kitap Alacakaranlık(Twilight)'ı okuduktan sonra filmini izlemiştim. Ve bu serinin gerek kitabı ile gerek filmi tutabileceğini o zaman anlamıştım. :)

Ben fantastik roman ve filmleri seviyorum. Hayalgücünü beğendiğim ve beni sıkmayan anlatım tarzı varsa hele ki... :) Bu seri de anlatımını ve hayal gücünü sevdiğim kitaplardan biridir hayatımda, 2008'den beri.

Serinin ilk kitabının çıktığı zamanlar arkadaşlarımla sırayla okuduğumuzu, daha sonra serinin devamı çıktıkça seriyi hızla bitirdiğimizi net hatırlıyorum. Öncesinde de kitap okuyordum. Ama dersler dolayısıyla senede 6-7 kitap ile sınırlı kalıyordu okuma durumum. Alacakaranlık Serisinden sonra sürükleyiciliğiyle beni etkileyebilecek yeni kitaplar aramaya başladım yeniden. Senede okuduğum kitapların 10'un üzerine çıkması bu seriden sonra gerçekleşmeye başladı. O zamandan sonra da bir daha bırakmadım okuma alışkanlığımı...

Serinin son kitabı 2009'da çıkmıştı. O zamanlar her kitap bitiminin ardından acaba filmi nasıl olacak diye bekler dururduk arkadaşlarımla. Özellikle de Şafak Vakti bölümünün filmini çok merak ettiğimizi hatırlıyorum. Son 2 senede o merakımızı da gidermiş olduk bu arada... :)



Filmden ya da Tüm Seriden Alıntı Yapacak Olursak;




Tüm seride beni en çok etkileyen sahne, 1. Kitapta ve Filmde; Bella'nın Ormanda herşeyi bildiğini söylediği ve Edward'ın da Bella'ya kendisinden uzak durmasını söylediği sahnelerin ardından Edward'ın Bella'yı köşeye sıkıştırmasıyla aralarında geçen şu diyologlardı;

Edward; Düşüncelerini okuyamıyorum. Ne düşündüğünü bana söylemek zorundasın. (Diyerek, Bella'yı köşeye sıkıştırır.)
Bella; Artık Korkuyorum.
Edward; Geri çekilerek "Güzel." Diye karşılık verir.
Bella; "Ama senden değil. Beni bırakıp gitmenden, seni kaybetmekten korkuyorum."
Edward "Seni ne kadardır beklediğimi bilmiyorsun."

Ve Edward resimde de görüldüğü gibi elini Bella'nın kalbinin üstüne koyarak; "Ve aslan kuzuya aşık oldu." Der.
Bella; Ne aptal bir kuzu.
Edward; Ne hastalıklı ve mazoşist bir aslan.

Tüm seri boyunca en çok etkilendiğim sahnelerden biri oldu. Çünkü, hayatımız boyunca bir aslan'ın kuzuya, Ya da bir kuzu'nun aslan'a aşık olması gibi, ne olmadık kişilere aşık olabiliyoruz bazen; ruh ikizimizi veya diğer yarımız diyebileceğimiz kişiyi bulana dek...



Alacakaranlık devri kapandı kapanmasına ama; kimisini fantastik alanda kendisine hayran bıraktı. Kimisine de böyle aşk mı olur dedirtti kötü veya iyi bir iz bıraktı; daha birkaç nesil daha etkisi sürecek cinsten...

Şimdi merakla Alacakaranlık Serisinin zamanında çıkmış olan Stepheıne Meyer'in bir diğer kitabı Göçebe kitabının filmini bekliyorum. Hazırlıkları sürüyor diye biliyorum, O tek bir kitap. Ama, hayal gücü geniş, hikayesiyle ve sürükleyiciliğiyle kendisine esir eden bir Stepheıne Meyer kitabıdır kendisi de. Ben severek okumuştum. Tavsiye Ederim, okumayanlara... :)

Bir Kitap Serisi ve Uyarlama Filmlerini yorumlama yazısının sonuna geldik. :) Bu ilkti. Ve umarım devamı gelir... :)

Sevgilerimle...  :)

3 Şubat 2013 Pazar

Bu Pazar, Başka Pazar



Herkese İyi Pazarlar Olsun.

Bu aralar havalar güzel gidiyor.

Sizlere Annemin objektifinden çekilmiş 2 gün öncesindeki resim ile giriş yapmak istedim. :)

İzlemeye doyamadığım o güzel manzaranın resimleşmiş hali.

Teknolojinin gözünü seveyim. :) 


Evet; Bu Pazar, Başka Pazar. İlk işime girdiğimden beri İlk Pazar'ım. Hala garibim esasında. Çalışmaya başlayalı 3 gün olmuş olmasına rağmen, Evde İş olmasından dolayı mıdır bilmem, işe girmiş olmamdan değişen tek şey gün içinde değişik bir uğraş içinde bulunmak olmak. O kadar...

İşim diye bahsettiğim daha öncede söylediğim gibi; kurum ve kuruluşlarla yaptığımız ağaçlandırma etkinlikleri düzenlediğimiz bir şirket. Bende şu an kurum ve kuruluşları bilinçlendirmek ve kampanyamıza destek vermelerini sağlamaya teşvik etmeye uğraşıyorum. Henüz pek bir başarıya ulaşabilmiş değilim ama, bulunduğumuz ay dolayısıyla biraz da... Eh bir de çeşit çeşit insan var biliyorsunuz. Kimi olumlu bakıyor, kimi olumsuz.

Bugün başka Pazar demiştim ya, cidden başka bir Pazar gibi hissediyorum. Bu arada gün içinde bu kadar telefon ile konuşmamış olduğumdan, genellikle mesajlaşmayı tercih eden biri olduğumdan, azıcık kafam bulanıyor ve kulaklarımın çınlamasına tanık oluyorum bazen. :)

Bugün sakin ama her zamanki Pazarlardan erken başlayan bir Pazar. Çünkü 2 gündür İstanbul'dan misafirlerimiz buradalar. Bugün de bizde olacak Maaile. :) Ailemin bir araya toplandığı zamanları, hele ki bugünkü gibi, seviyorum. Çünkü hayatın karmaşıklığında, bir araya gelmek bu sıralar zor oluyor. Kimi çalışıyor, kimi okuyor, kimi de hayatın koşuşturmasında kaybolabiliyor... Ama bizim ailemiz, eskisi kadar sık olmasa da olabildiğince bir araya toplanmaya devam ediyor. Aynı bugün olduğu gibi...


Tekrar söylüyorum; Bu Pazar, Başka Pazar. İşe girdiğimden beri ilk Pazar, Uzun zamandır Maaile bir araya toplandığımız bir Pazar. Ailenizi bir araya toplandığı nice Pazarlar olsun. Ailemiz ve Sevdiklerimizle bir arada nice güzel Pazarlar cümlemizin olsun...

İyi Pazarlar... :)