31 Aralık 2016 Cumartesi

2016 Yıl Sonu Notlarım, Bir Yıl Daha Biterken


Bir yılın daha sonu geldik ve bir yıl daha olgunlaştık hepimiz. Çok acılar çektik, çok acı çekenleri gördük. Ne kavgalara ne savaşlara, ne insanlık dramlarına ve ne zülumlere şahit olduk. Dünya 2016 yılında daha çok kirlendi sanki. Oysa nasıl umutluydum 2015'i geride bırakırken 2016'yı hayırlısıyla çağırırken...

Ben bu seneyi geçtiğimiz senelerden daha fazla çaresizlik ve umutsuzluk içinde hissettim. Öğrendiklerim de oldu, sevinemediğim ve sevemediğim şeyler de... Ama iyi şeyler de oluyormuş böyle anların içinde, bunu anlamış oldum. Öğrenmiyor değilsin, hayatı öğreniyormuşsun bunca şeyin içince. Neler olduğuna dair yeterince karamsar ve ülkemizde bu sene olan bitenlerden bahsettim Didem'in Gözünden adlı bloğumda, buradaki yazımda. Şimdi de şahsım adına 2016'da öğrendiklerimden bahsetmek istiyorum, 2016'nın bana getirdikleri ve götürdükleri...


Öncelikle "Böyle Başladık 2016'ya" Demek İstiyorum... 
Sevinçlerle, umutlarla, her şey güzel olacak ve başaracağız temennileriyle... 

Başardık da, başarmadık değil. Kendim adına, daha çok yazdığım ve hayallerim için daha çok yazmaya yöneldiğim bir sene oldu. Bloğumda geçen seneye göre daha az yazı yazdım belki, ama Wattpad sayfamda 2 hikayemi yayınlamaya başladım 2016'nın son 2 ayında. Wattpad sayfama, sayfamın sağ tarafındaki bağlantılarımdan ulaşabilirsiniz... :)


Çok çalıştık, 2016 senesi boyunca; hem egzersizlerimde hem de derslerimde küçük büyük demeden başarılarımı kabullendim. 

Bu başarılarım, kimine göre görülmedi ama benim görmem bile yetti. Başardığımı ve başaracağımı bildirdi, "Bir gün bu başarılarıma daha köklülerini de atacağımı biliyorum." dedirtti bana. 

Bu sene Tamara abla ile çalışmalarımıza son vermek durumunda kaldık, çalıştığımız rehabilitasyon sebebiyle. Geri döneriz belki birbirimize dedik ama mümkün olmadı. 3 kez fizyoterapist değiştirdik, yeni rehabilitasyona geçtiğimden bu yana. İlk fizyoterapistim Doruk ile 2 ders yapıp 2,5 aylık tatile gitmiştik, döndüğümüzde başka bir fizyoterapist ile Sultan abla ile 2 ay kadar ders yaptık, Kasım'ın sonunda eşinin işi sebebiyle şehirden ayrılması gerekince de Yasemin ile başladık derslerimize. 1 aydır fazlasıyla faydasını gördüğümü biliyor ve anlıyorum. Diliyorum yeni yılda daha da köklü gelişmelere adım atıyor olacağız. :)

Ve 2016 senesinin son 3 ayında, Anadolu Üniversitesi İkinci Üniversite kapsamında okuduğum Açıköğretim Sosyoloji bölümümün, 5. senesini okumaya devam ediyorum. Kağanım da, bu sene yine kreşe gitmeye devam etti. Seneye ya anasınıfı, ya da birinci sınıf öğrencisi olacak; hayırlısı artık... :)

Ben ise; Kalan son 14 dersimi bitirmeye uğraşır halde gireceğim yeni bir yıla. Seneye bu zamana da, son 3 dersim kalmış olarak gireceğim bir dahaki seneye; umarım... Karışık gibi görünse de, önümüzdeki sene ile beraber 11 ders vermiş olarak bitirirsem bu seneki eğitim-öğretim yılımı; müthiş olacak bu konu da inşallah... :)


Kavuşmalar Yaşadık 2016'da da, Gittik-Geldik ve de Gelenlerimiz Oldu.

Yapılan en büyük sürprizlerimizden biri; 23 Nisan'da Pelinim ve kardeşinin gelişi idi, buradaki yazımda. Diğeri de, yengemlerin bu yaz bana yaptığı güzelim doğum günü sürprizim idi yine. (Üstteki resmdeki soldaki ilk resim, Meryemimle o günden anılarımıza kazınanlardan :) ).

Bir de bizim sürprizlerle gittiğimiz bir yer vardı ki; Emine teyzemize gidişimiz, bana bile sürprizdi resmen. Çok iyi bir büyüğümüzü daha tanıdım, anne-babamın ve ablamın tanıdığı, ben doğmadan öncesinde tanınan bir büyüğümüz. Onun yazısı da Emine Teyzemin öğretileriyle burada. :)



Korkularımızı Atlattık 2016'nın Son 6 Ayında; Benim korkum daha büyüktü tamam itiraf ediyorum. 

Endoskopiye girdik annemle beraber, aynı gün ard arda. Endoskopi korkumu anlatan yazım; burada.

Kağanım da aynı güne yakın bir zaman diliminde bir korkusunu atlatmaya uğraştı. Bu olay da hatırladığım en güzel anlardan biri oldu 2016'ya dair. O yazımı ve anımızı da burada bulabilirsiniz. :)


Okudum, Okuduk Kağanımla beraber...

16 Kitap okuyabildim 2016 yılında, sonra 50 kitap koyduğum hedef için üzüldüğümü farkettim. "Benim Aöf ikinci üniversite Sosyoloji bölümümle bitirmem gereken dersler 14 adet kalmışken, yorgun düştüğümü ve düşeceğimi unutmuş gibi neden yapamayacağım yükseklikte hedefler koyuyorum ki kendime bir de?" dedim. Önemli olanın, hedef koyduğun şeyi geçmen değil, okuyabildiğin kadarıyla ve daha da fazlasına okumaya gayret etmek değil miydi ki?

O yüzden hedef kısmını bu sene herkesin her defasında arttırmak gerektiğini söylemesine rağmen, arttırmamaya karar verdim. Azaltmaya bile karar verdim. Nihayetinde bu benim kararım, benim hedefim değil mi. Bu sene 16 kitap okuduysam, seneye de 25 kitaptan fazla okuma hedefi koyuyorum kendime. :) Hayırlısı... 2016 Okuduğum Kitaplar yazım da burada. :)


Ve Hayaller Gerçekleştirdik, Sevdiklerimizle, Mutluluk ve Umutlarla Dolu... :)

Tekne Turu yapma hayalimi gerçekleştirdik bu sene, hem de hiç hesapta yokken, birden bire oldu her şey. Antalya'da Kaş gezimizden sonra Kekova'da... Yazısını en hevesle ve mutlulukla yazdığım yazılarımdandı bu sene. Bu hayali, bir çok ilk çerçevesinde yaptık; Meromla beraber gerçekleştirdik, yeğenim Kağanımla, kuzenim İncimle. Dostla gerçekleşen hayallerin, aile ve sevdiklerinle gerçekleştirilen hayallerin; tadına doyulmuyormuş, bir kez daha anlama fırsatı verdi bana 2016... :)

Kekova Tekne Turu yazıma buradan ulaşabilirsiniz...


Korktuğum şeyin yazma olgusundan sonra, olacakları kestirememek olduğunu öğrenip; yazma olgusuna hikayelerim açısından daha çok ağırlık verdim. Wattpad'de iki hikayemi yayınlamaya başladım. Hepsi birden bire olan kararlar olduğu için, pek şaşırtıcı oldu aslında. Ve bundan da öğrendim ki, zamanı geliyormuş bazen bir şeylerin. Beklemek, sabretmek ama aynı zamanda bu sırada da çabalamaktan vazgeçmemek gerekiyormuş. ÖĞRENDİM.

Hayaller Denizi Adlı Hikayem burada,
O Günden Sonra Adlı Hikayem ise burada. Dilerim yeni yılda, daha çok yazabildiğim bir yıl olur. :)


Ve İki Maddem daha var ÖĞRENDİM dediğim...

Bazı şeyler için, hiç ama hiç olmayacak gözüyle kestirip atmadan önce sabredebilmeyi ve zor da olsa daha iyisini bekleyebilmeyi öğrendim. Bunu çağırmayı da daha iyi becerebilir oldum. İstemek olgusu, kendi içinden Allah'tan isterken kendinden de istemekmiş biraz da. Bunu da bu sene öğrendim...

Unutmayı öğrendim, sevdiklerimi ve yaşadığım güzel anıları değil; sevdiklerimden-sevmediklerimden bana kalan ve beni üzen yoran kötü anıları. Ne zamandır unutamadığım bir kırgınlığım vardı, 2016'da buradan kırılmayı bıraktım, bırakabildim nihayet. Kırgınlıklarımı uçurdum, en uzaklara. Hayat birine kırıldığında bir ömür kırgınlığına takılıp kalacak kadar uzun değil, bunu daha iyi bilir oldum şimdilerde...


Ve Şimdi, Öğendiklerimle ve deneyimlediklerimizle; Ailemle ve Kağanımla 2017'yi karşılamaya da hazırım nihayet...

Bu sene Kağanımla gireceğimiz 5.sene, nice seneler de olur inşallah; Sağlık, Mutluluk, Başarı, Akıl, Fikir Ve Huzur dolu beklediğim; Ailemiz, sevdiklerimiz ve dostlarımızın yanımızda olduğu bir yıl ailecek beklediğimiz...

2017 için;

Sağlık,
Mutluluk,
Huzur,
Sevdiklerimiz,
Kitaplarımız, 
Gözlerimizden mutluluk 
yaşları getirecek haberler,
Başarılar,
Güzellikler ve Umutlar,
Bizlerle Olsun.
 | | 

Musmutlu, umutlu ve iyiliklerle dolu bir sene hepimizin olsun... 
Hoş Gelsin 2017, Mutlu Ve Huzurlu Bir Dünya mümkün olsun. 
Mutlu bir dünya mümkün, bizler de istedikçe...

Sevgilerimle, Didem Köse. :)

30 Aralık 2016 Cuma

2016 Yılında Okuduğum Kitaplar


2016 yılını geride bırakmak üzere olduğumuz şu günlerde, bekledim ki elimde okuduğum iki kitabı da bu listeye ekleyebileyim ama olmadı. Zorlamanın bir alemi yok dedim. Kaldı ki gelen gidenlerden, bitirmeye uğraştığım final konularını içeren derslerimden ve de havadan yansıyan ruh hallerinden; yorgun düşen vücudum ve beynimle günde birer ikişer okusam da sayfaları ancak bu listedekiler kadar okuyabildim. Yıl Sonu yazılarımı son iki güne bilerek bıraktım. 2016'da okuduğum kitaplardan bahsederek başlayalım o zaman, bir yılı daha uğurlamaya ve yeni yılı çağırmaya... :)

2016 Yılı Boyunca Okuduğum Kitaplar, 16'ya ulaştı ve o noktada kaldı. Son okuduğum kitap geçen ay bitti. Finaller feci sıkıştırdı, hayırlara vesile olsun. Ve temennim; 2017'de okuma oranım, 2016'dan daha iyi olsun... :)


2016'nın ilk 9 ayına 11 kitap sığdırabildim. Bir bu kadar da Wattpad hikayeleri okuyabilmişliğim oldu, ama bunlar sayılıyor mu bilmem. Ben 2016'daki İlk Okuduğum Kitapları içeren yazımda bunları da saymıştım. 2016'nın İlk 9 Ayında Okuduğum Kitaplar yazım burada. İlk 9 ayda okuduğum 11 kitabı içeren listem ise şöyle;


1.) Ateşböceğinin Şarkısı - Kristin Hannah
2.) Dido - Efe Moral
3.) Gece Yolu - Kristin Hannah
4.) Kelepçe - Canan Tan
5.) Kumarbaz - Dostoyevski
6.) Sekizinci Renk - Gülten Dayıoğlu
7.) Henüz Vakit Varken Gülüm - Nazım Hikmet Ran
8.) İçimizdeki Şeytan - Sabahattin Ali
9.) Sevda Sözleri - Cemal Süreyya
10.) Aslında Hayal - Kürşat Başar
11.) Langa - Nermin Karahan



2016 yılının son 3 ayında okuyabildiğim kitap sayısı ise 5 oldu. Zorlu bir son 3 aydı benim ve ailem için... Hasta haberleri, vefat haberleri, sınavlara hazırlık yoğunluğum, annemin gelen kötü haberlerle yollara gidip gelme durumları; tüm bunlara rağmen altından kalkabildik çok şükür sıkıntılarımızın. Ama ben her şeye yetişemedim. Bu sene kendime koyduğum kurallardan biri şu olacak ki; her gün en az 15 dakika kitap okuyacağım.  --Zinciri kırmayacağım... :)

12.) Aşk Nöbeti - Ayşe; Bu sene okuduğum en değişik romantik kitaplardan biriydi. Yazarı Wattpad yazarlarından biri idi ve ilk orada tanıdım bende zaten kendisini. Dilerim serinin diğer kitapları da bir an önce ortaya çıkar. Yazarımız Wattpad'e uğramıyor ne zamandır, takip ettiğim kadarıyla. Dilerim 2017'de ortaya çıkar ve bizi yalnız bırakmaz. :)

13.) Ateş Ve Buz - Aslı Karabulut; İlk okuduğum kitabı, 1-2 sene önce Kan Kırmızı idi. En sevdiğim romantik kitaplardan birini almıştı. Aslı Karabulut'ta Wattpad yazarlarından ve kalemini çok sevdiğim yazarlardan. Ne sıkıyor, ne de yoruyor insanı. Facebook grubunda da katılımcısı olduğum yazarlardan biri. Tavsiye ederim yetişkin genç arkadaşlarıma... :)

14.) Bir Gün - David Nicholls; Benim bu sene okuyup da en büyük hayal kırıklığına uğradığım kitap oldu bu kitap resmen. Filmi Olan Kitaplar yazısını yazmıştım, burada bulabilirsiniz. Neden hayal kırıklığım olduğunu da orada iyice belirttim bence.

15.) Kan Kırmızı -Aslı Karabulut

16.) Sinestezya - Jeffrey Moore; 2016 yılında okuyup bitirdiğim son kitap oldu, 2016'da okuduğum en değişik kitaptı da aynı zamanda. Rahatsızlıklara ve bu rahatsızlıklarla mücadele edenlere karşı bir merakınız varsa, merakınızı giderecek tarzda bir kitap. Ki bu rahatsızlıklar, hastalık değil rahatsızlık boyutunda ise. Yani Sinestezisi, Alzheimer'ı ve buna benzer hastalığı olanlardan bahsediyorum. Rahatsızlığa yakın gördüğüm sebepleri; hem bir o kadar hayatta hem de bir o kadar hayattan yoksun kıldığını düşündüğümden olsa gerek. Bu kitabın benim için en kötü yanı ise şuydu; gerekli gördüğüm dip-not kadar, bir o kadar da fazla gördüğüm dip-not olması idi.


Senenin şüphesiz olarak en sevdiğim 3 kitabına gelince;
Birincisi Kristin Hannah'ın Gece Yolu kitabı,
İkincisi Aslında Hayal- Kürşat Başar,
Üçüncüsü ise İçimizdeki Şeytan kitabı oldu...
İlk üç diye ayırma gereği duydum, yerleri ayrı olarak kitaplığıma girdiler çünkü... :)


2017 için okuyacağım kitaplara sayı hedefim ise; 25. Sebebi de şu; 

Bir hedef koymalı ve bu hedefi geçsen de geçmesen de yükseltmeliymişsin. Benim için bu durum böyle değil efendim. Bir hedef koyuyorsan, amacın o yoldan sapmamak olmalı elbette. Ama biraz da gerçekçi olunmalı. Ben bu sene her gün 15 dakika kitap okuma hedefi koyarak, 50 adet kitap okuma hedefimi 25'e düşürmeye karar verdim. Çünküsü de şu; her defasında yükseltiyorum hedefimi veya bir şekilde sabit tutuyorum. Ama esasında amacım hedefimi geçmek değil çok ama çok kitap okumak da değil. Olabildiğince kitap okumak!

Gerçekçiliğim ise şu; Açıköğretim Fakültesi Sosyoloji bölümü 5. sınıf öğrencisiyim ve bitirmem gereken 14 dersim daha var. Ders çalışıp, tedavilere gidip, bedenen ve fikren yorgun hallerde kitap okumalara çalışmam bana fayda sağlamıyor. Okuyamadığım her an bana geri dönüşü, okuyamayacakmış gibi hissetmem oluyor. Üstelik belirlediğim büyük hedeflerin altında ezilmek istemiyorum.

Her sene kararlar alıp onları gerçekleştiremiyor olabiliriz çoğunluk olarak, ama ben 3-4 senedir gerçekleştirmeye dikkat ediyorum ve büyük ölçüde de gerçekleştiriyorum. Benim şimdiki amacım, 1,5 sene öncesine kadar her gün kitap okuma alışkanlığıma yeniden ulaşmak. Malum, derslerden ve olan bitenlerden bu durumu es geçmek durumunda kalabildim. Bu sefer olmayacak inşallah... :)


2016'da okuyabildiğim kitap sayısı 16, 2017'de okumayı hedeflediğim kitap sayısı ise 25. Dilerim kitaplarla ve okumalarla dolu bir sene olsun 2017. Çok okudum yine okumak eylemi olarak ama listemdeki kitaplarımın hepsini okuyamadım bu sene. 2017'de kitap okumamdaki bu durum yinelenmeyecek inşallah. Kitaplarla ve sevdiklerimizle beraber, sağlık ve huzur dolu bir sene diliyorum hepimize; Sevgilerimle... :)

28 Aralık 2016 Çarşamba

Tespit Ettim, Mutlu Olmaktan Korkuyoruz - Aralık 2016


Olduk olası alışkanlığımızdır, mutlu olmaktan korkarız. Çok gülsek de az gülsek de, yine de mutlu olmaktan yana içimizde bir ufak korku vardır. En kötüsü belki de, bu konunun en kötü alışkanlıklarımızdan biri olduğunu kabul etmemiz gerektiğidir bence...

Ülkece mutlu olmaktan korkarak, iyi haberlerin ardından binlerce kötü haberin geleceğini tahmin ederek yaşadık bu seneyi; hem de diğer senelere göre daha derinden bence. Geriye bakınca, yorgunluk ve acı hissettiren bir sene oldu benim için. Elbet güzelliklerle de doluydu, es geçemeyeceğim kadar. Ama acı, yorgunluk ve üzüntünün ağır bastığı günleri daha ağırlıklı hatırlıyorum...



Ben de Mutlu Olmaktan Korkuyorum... Karda Yürümek İsteyip de, izini belli etmemen gerektiğini de bilmek gibi bir his bu...

2016'da da mutlu anlarımda korkarak düşündüğüm ve belki de yoğunlukla düşüncelerimle kötüyü çağırdığım oldu. Bunu itiraf edebiliyorum artık. İyi giderken her şey, kötüyü çağırmak neden acaba? diye sordum kendime. Verebildiğim cevap, şartlanmak ve kendine heyecan aramak oldu... Ülkece heyecan içinde heyecan dileniyoruz belki de... :) Çünkü olan bu deyip şartlandırır olmuşuz kendimizi, böyle geldi böyle gidecek diye. Alışkanlık burada, adrenaline ve acılara şartlandık bence...

Şartlanmışlığı geçirmeye nasıl bir çare bulabiliriz ki? diye düşündüğümde; "korkmayı unutarak," oldu benim cevabım. O nasıl olacak? dersek de, kendini dinlemeye daha çok olanak vererek. Biraz merakımdan biraz da denemeyi sevme huyumdan ötürü, daha çok kendimi dinlemeye yöneldim yeniden son birkaç aydır. Ne sebepsiz ağlamalara ulaştı sonu, biliyor musunuz? Hepsi birikmişliğin eseriydi. Hıçkıra hıçkıra değil, gözlerden yaşları derinden ama yavaş akıttığım. Çok büyük bir sıkıntısı olmalı böyle bir iç döküşü olanın değil mi?

Benim sıkıntım, kendimi dinlemeyi ihmal etmek ve de hayatın kendini tekrarlayabileceğinden yana kendimi şartlandırmamdan ötürü oldu biraz da... Son 6 aydır her şey üst üste de gelince, tuz biber oldu yanıma. Hem de ne tuz ne biber, ağzımı süremedim bir ara lokmalarıma...


Alıştırılıyoruz ve Mutsuzluklarımızı Normallestiriyoruz...

Mutlu olmaktan korkmak fazla normalleştiriliyor ülkemde. Öyle ki buna çare bulmakta zorlanıyorum bende bazen kendimce. Ama kısa bir süredir, mutlu olmaktan korktuğum anlara şükür'lerimin üstüne bir de kendimi açıklarımı kapatmaya yönelttim. Neden korkmalıyım ki, en nihayetinde olacaksa da olacak? diyebilmeyi denedim her seferinde. Bir zamanlar yapabildiğim, ama yine yapabilmeyi unuttuğum alışkanlığımı unutmuştum işte...

Yıllar önce, korkmaktan bahsettiğimde biri bana şöyle demişti (Bu arada farkettim, bunu çok hatırlıyorum korkmak dediğimde) ; "Neyden korkarsan, o kadar gelir başına? Korktuğunu kovmasını bil." Giren çıkan her kişi, size bir şeyler bırakıp gidebiliyor işte... Bu da öyle bir anı olarak kaldı bana, gidenin ardından....

Peki ne yapmalı, en nihayetinde değil mi? Korksak da korkmasak da bir şeyler yaşanacak ya hani! Biz korkarak daha da çok çağırıp, mutsuz anlarımıza öncesinden de sonraya bırakacağımız bir suçluluk hissi de biriktiriyoruz. Yani dediğim şu ki, mutluluktan korkma anlarımızın ve sonrasının garip formülü bence şu; Şu an Mutluyum --> ama yine mutsuz olacağım --> mutsuzum --> ben çağırdım mutsuzluğu --> pişmanım...

Her bir mutluluk ardına gelen mutsuzluk anlarınıza, daha da çok katlanarak eklenecek bu suçluluk durumu. Katlanıp katlanıp birden de sıfırlanabiliyor bazen sonra. Bunu biz yapıyoruz, sonu umutsuzluğa bağlanabilecek bir olaylar örgüsü örüyoruz kendimize... Garip bir formül oluşturup, daima onu uyguluyoruz hayatımıza. Bu formül mutlu anlarımızla beraber, dayanma kabiliyetimizi de elimizden alıyor bu hayatta...


Kendimce bir önerim var, deneyimlediğim ve kimi zaman çözüm bilebildiğim...


2016 yılında çok net farkettiğim durumlardan biri şu oldu; biz kendimizi yeterince dinlemiyoruz. Etrafımda öfkeli olduğunu söyleyen biriyle konuştuğumda, kendini sakinleştirmesi için sayarak veya sakin kalmaya çalışmasını ve aslında böylece kendini başka yöne çeker gibi kendine çekmesi gerektiğini söylüyorum; öğrendiğim ve olması gerektiğini düşündüğüm kadarıyla... Garip geliyor herkese tabii... Kendi içine mi dönmek, ne gereği var! Gibisinden yanıtlar alıyorum. Oysa kendi içini ve kendisini bilmeyen insan, nasıl yararlı olabilir ki çevresine de...

Meditasyon dediğimiz olgu, derin düşünmedir Türkçe'de. Sorarım size; içinizden gelen hislere karşı kendiniz için bir şeyleri toparlayabilmek adına, en son ne zaman derin düşünme yaptınız?

Ooo kaç kere, dediğinizi duyar gibiyim. Mutsuzluğa kapılıp gitmeyi de derin düşünme olarak algılıyoruz ama bizler. Bunu kendimden de farkettiğim için söylüyorum. Ben derin düşünce demezdim mutsuzluğuma kapılıp gitmelerime ama bu sene bende mutsuzluğa kapıldığım anlarımı da derin düşünmeye kattım. Oysa mutsuz iken düşündüğüm tek şey mutsuzluğum. Ötesini hiç düşünmüyorum bile. Yaşam denilen, ölüm denilen olguyu unutuyorum ve sadece mutsuzluğumla dolu bir hayatı yaşatıyorum kendime. Sonrası depresyon, sonrası daha da hüzün; umurumda bile olmuyor bunlar, mutsuz olduğum anlarda. 

--> Mutsuzum ve kendimi mutsuz etmem mübahmış gibi. Ne kadar çok üzülürsem o kadar çabuk kurtulabilecekmişim gibi! Bu durum bir yere kadar doğruyken ben daha da ötesine sürüklenmeyi tercih ediyorum. "Bataklıktan çıkmak ne kadar zor ise, batmak bir o kadar kolay." diye düşünerek... Oysa esas yapmam gereken, batmak için değil çıkmak için uğraşmak. Benden beklenen zoru boşurmam!



2016'da kendimi daha çok dinlemeye gayret etmeye devam edeceğime söz veriyorum ben. Sinirli-üzgün hallerimde, kendimi ve an'ı dinlemeyi unutturmayacağım kendime. Ve sinirli üzgün olmadan önce de, kendimi haftalık olarak dinlemeyi daha derine indireceğim...


Bana iyi geldiğini keşfettiğim iki derin düşünme tekniğim var bu arada;

İlki; nefesimi dinlemek ve bu arada akışla zihnime üşüşen düşüncelerimi müdahale etmeden seyretmek. Müdahale etmeden dayanabildiğim yere kadar devam ediyorum önce, en son sorunlarımı ve çözümlerimi not etmeye başlıyorum. Yazıp silmek bile iyi geliyor sonrasında bana böyle anların. Sonrasında üretme aşkı daha da sarıyor bazen beni, hayata dair mutluluğu ardından mutsuzluğun geleceğine şartlanmadan hayatımı yaşamaya çalışabilirim diyorum nihayetinde...

Bir diğer tekniğim de şu; beynimde an'ı ve hayatımı henüz kaplamamış bir geleceğin hayali kurmak. Bunun için en derine inebilmeyi başarmak gerekiyor. Bunu en son geçtiğimiz Cuma günü (23.12.2016) yaptım. Öyle bir hayal ki; şimdiyi oraya götürebildiğim mutlulukla ve oranın hayalini de yaşadığım an'a aktarabilecek kadar umutla dolu ve kuvvetli idi. Başarabildim geçtiğimiz Cuma günü yeniden. Bir itiraftır bu, bunu başaramadığım için mutsuzdum bir ara. Kendimi kaybetmişim gibi hissediyordum içimde. Şimdi buldum diyebiliyorum...


Mutlu Olmaktan Korkuyoruz ya hani biz, korkmayalım diyemem ki bize. Kendi içimizde bu konuda hep haklıyız. Sadece diyebiliyorum ki, mutlu olmaktan korktuğumuz anlara da kendimizi dinleyebilmeyi sığdırabilelim. Öyle kolay, öyle gerekli ki (Tabii başlarda hiç kolay değildi) "iyi ki" dediğim bir diğer alışkanlığım oldu 2016'da bu bana...

Sevgilerimle... :)


Not; Bu yazımdaki tespitlerim: kendimce, kendime ve çevremde gözlemlediğime dair tespitlerimdir. Bilimsel bir yanı veya kesinliği herkese göre aynı olmayabilecektir. Bana göre hayatımda deneyimlerimle sabitleşen naçizane fikirlerim bunlar. Yardımcı olabilecek bir yazı olabilmesini umuyorum. Okuduğunuz için teşekkür ederim. :)


21 Aralık 2016 Çarşamba

Rüyalarımla Başım Dertte İdi - 2016'nın Son 3 Ayı


Rüya görmeyi hep sevdim, bundan ayrı bir mutluluk bile duyar oluyorum bazen doğrusu. Ama son 3 aydır, beni uyandığımda rahatsız eden ve aklımdan çıkmayan rüyalar görmeye başlamıştım. Bunlardan bahsetmek ve bu 3 aydaki bazı rüyaları unutmamayı istediğimi farkettiğim için bu yazıyı yazma ihtiyacı hissettim...




İlk Rüyam; Ortalığı yıkan bir balina...

Düşünüyorum şimdi de, nasıl başladı diye; deli gibi düşünmek zorunda kaldığım zorlu bir Ekim ayında başladı beni zorlayan rüyalar. Hastalıklar, kazalar hakkında iyi sonuçlar ve iyi haber beklentileri içerisinde başlayan Ekim ayıyla... Tabii yaşananlar doğrultusunda, bilinçaltım doldu taştı galiba.

Bir gece uykumdan uyandım ve bir daha uyumamı hep kesik kesik gerçekleştirdim sabaha kadar; sebebi denizleri taşıran balinaydı. 

Balkondayım, yeğenim ve annemin teyzesinin oğlu Toprak ile. İkisine de ben bakıyorum. Ayakta olduğuma sevinebileceğim rüyalardan biri olur diye beklerken, o rüya felaketlerle bitti. İçime sıkıntı oturdu rüyada ve deniz birden fazlasıyla kabardı. Ne olduğunu anlamadan balkon camlarından birkaçının aşağıya düştüğüne ve cam önündeki çocukları oradan uzaklaştırmaya giriştim. Masmavi sular camlardan akıyor ve mavilik tüm görüntüye yayılıyordu. Sebebi fırtına mı, diye bakarken; devasa bir balina gördüm denizde. Balina durmadan çırpınıyor ve huzursuz haller sergiliyordu. Bir yandan çocuklara telaşımı farkettirmeden içeriye geçirmeye çalışıyorum ama söz geçiremeyip cam kenarından alamayışıma takılmış boğuluyor gibi hissediyordum, diğer yandan bu balinanın başımıza getirebileceği felaketleri öngörebiliyordum... Derken Kağan'ı da Toprak'ı da az balkon mermerinin dış köşelerine çıkmış halde düşmek üzerelerken yakaladım. Pencereler daha çok döküldü balkondan aşağıya, ben çocuklarla beraber kendimi balkonun bir köşesine atarken... (Üstteki resimde balkonumuz ve önümüzdeki denizin görüntüsü. O denizden balinanın taa evimize kadar ortalığı yıktığını gördüm. Rüyamın gerçekçiliğine kapılmasam, inanılacak gibi değil belki de ama...)

Kötü rüyalarımın başlangıcı olan bu rüyayı unutmadım, unutamadım. Bu rüyanın huzursuzluğuyla geçirdim sonraki birkaç günümü Bu rüyanın üzerinden birkaç gün geçtikten sonra, bir akrabamızın kaza haberini aldık işte. Çok korktum, sadece bilinçaltımda oluşturmuş olduğum korkuların birikimiydi. Hiç ihtimal vermedim esasında bu rüyayla hissetmiş olabileceğime...


İkinci Rüyam; Ortalığı Toplayan ama aslında içi kan ağlayan ben...

Benim olmayan ama benim de orada yaşadığım bir evi topluyordum bir defasında da. Topladığım ev, konuşamadığımız ve aramıza zaman ve mesafeler giren bir arkadaşımın da eviymiş aynı zamanda. Neden topladığımı bilmesem de onun yatağını topluyormuşum. Eve erkek arkadaşım olduğunu iddia eden biri geliyor, eve gelecek olanları düşünmeden sarılıyormuşuz. Ama çok huzursuzum o evin dağınık olmasından. Toparlayamamaktan çok muzdarip haldeymişim, sanki nefesim daralıyor boğuluyor gibiyim yine... Sarılmayı bırakıp odayı tekrar toplamaya devam ediyorum, "Ne gerek var, yatmadığın yatağı toplamana." diyor bana. "Huzursuzum." diyorum sadece. Bilinçaltımın mesajını alıyorum zaten, huzursuzluğumun dağınıklık olarak ve de dilime dökülmüş halde rüyamda görüyorum... Sonra bir müzik açıyor bana, "Gel bir şarkı dinleyelim bari." diyor. Oturuyorum yanına, eskilerden slow bir Tarkan müziği. Huzur doluyorum...

Huzursuz ve huzurlu halde uyandım bu rüyadan, o dağınıklığı düşününce hala aynı hissediyorum; dağınık bir huzursuzluk... Bu da etkileyen rüyalardan biriydi işte...


Üçüncü Rüyam; Gerçeklerin Saklandığı Rüyam...

Bilinçaltımın gerçekleri sakladığı rüyalarım vardı bir de, bir o kadar saklanmasını istediğim ama hep orada olduğunu da bildiğim acı gerçekler; hastalıklar ve ölümler gibi... Birinde ölmüş yakınımızı kaybetmediğimizi söylediler, sadece daha iyi olsun kimse yanına fazla yaklaşmadan bu süreci atlatabilsin diye öyle söylediklerini söylüyorlar... Bu haberin gerçekliği ve yalanlığı içinde boğuldum bu sefer de...

Bir diğerinde hasta teyzemizin, aslında şifayı bulmuş ve ayakta olduğunu gördüm. Hem gerçekleri biliyordum, hem de rüyamda söyledikleri gibi olsun istiyordum yine... Bu iki rüya da üst üste iki gecede gördüğüm rüyalardı. Öylesi rahatsızlık verici, öylesine gerçek ve inanmak istediğim iki rüyaydı işte...


Son En Etkili Rüyalarımdan Biri de, 5 Aralık sabahına uyandığımda gördüğüm rüyamdı. Bunu anlatmayacağım ama yaşatacağım. Henüz ikinci bölümünü yazmadığım, bir hikayeyi çıkardı bu rüyam ortaya. Wattpad hesabımdan da, buradan da ulaşabilirsiniz; O Günden Sonra adlı hikayeme.



Tüm bunlardan çıkardığım sonuçlar garip oldu; 


Gerçeklerden kaçamayacağımı ve kabul etmem gerektiğini düşünemedim önce. Bu rüyalar sanki bana başka mesaj veriyor gibi geldi, etkisinden çıkamadım hastalıklarla ve hastane kontrollerimizle geçen son 2 ayda. Sonra başkalarıyla kavga edemeyeceğim şekilde kavga ettiğimi gördüm hep rüyalarımda bu sefer de....

Plan delisi olabiliyorum çok sorunla karşılaştığımda biliyorum, artık her planımı daha çok yazıyor ve kendime bol bol notlar alıyorum. Ama bu konularda titizlik delisi de değilim aslında, sanırım son 3 ayda toplamakta geciktiğim ve yorulduğum sorumluluklarımdan ötürü oldu ikinci rüyamı da görmeme sebep bence...

Balinalı rüyama gelince, o huzursuzluğu hala düşününce bir garip oluyorum. O rüyama da korkularımın sebep olduğunu düşünüyorum...

Zorlu geçen gecelerimde uyandığımda tüm rüyalarımı düşünür oldum sonra. Hepsinde; kaybetmekten ve kaybolmaktan ötürü korktuğum sonucuna ulaştığımı gördüm... Çok şükür son 2 haftadır böyle kötü rüyalar görmüyorum. Ama hala bazen; neyi düşünürsem gün içinde, o kadar çok uğraşıyorum o konuyla rüyamda...

Yaşadıkça gerçeklik ve sahtelik arasındaki çizgi rüyalarımda kendini gösterecek, bunu anlamış oldum bu 3 ayda iyice. Rüyalarımla Başım Dertte idi, düşündükçe ben onları benimle derde koydum belki de. Gelmiyorlar artık, huzursuz geceler yok şükür. Bazen huzursuz bir sıkıntıyla kalkabiliyorum o kadar...

Sıkıntısız rüyalardan uzak, güzel rüyalar gördüğünüzü duymak isterim. Kabusumuz değil, kabusları olalım kötü rüyaların inşallah... :)

15 Aralık 2016 Perşembe

Filmi Olan Kitaplar #8 - Gökyüzünden 3 Metre Yukarı


"Kitabı güzel ama filminde o kadar emin değilim." dedim başlangıçta Gökyüzünden 3 Metre Yukarı kitabının ilk filmini izlerken. Ama sonra düşündüm de zaten kısa süreye ancak bu kadar yetiştirilebilir; o olayları ve duyguları ve de karakterleri tam anlamıyla nasıl geçirsinler filme?


Olay kurgusu ve karakterleriyle okuyup çok beğendiğim bir kitap olmuştu Gökyüzünden 3 Metre Yukarı kitabı. Yazarı Federico Moccia... 2013 yılında Bursa Kitap Fuarı'ndan almıştım, 3 kitap 15 Tl indiriminden. Aldığım 3 kitaptan en sevdiğim kitap olmuştu kendisi. Bir gençlik aşkını ve ayrı şartlarda yetişmiş iki gencin aşkını çok güzel anlatıyor... Kitabı yetişkin gençliğe erişmiş kişilerin okumasını tavsiye ederim. Ciklet kitaplar mı diyorlar bu tarz kitaplara, tam değilse de biraz öyle bence...

Kitap İtalya'da geçiyor. Bu durum İtalya tutkusu olan benim için, artı bir durumdu. Kitabı okurken; bu fakir-zengin edebiyatı tutmaz gibi geliyordu başta, klasik her kesimde var bu durum demek ki demiştim. Ama sonra okudukça, olay örgüsü sarıp sarmaladı beni. Hugo'nun haylaz ama iyi niyetli kalbi, Babi'nin zengin kısmına tamamen ait olamayışını düşündürtüyor. Ama sonra olaylar değişiyor ve garip gelişiyor. Kitapta yer yer kavuşsunlar dedim, yer yer de birbirlerini hakediyorlar mı? Kitapta en hoşuma giden noktalar, Step'in Babi'ye yaptığı sürprizlerdi... :) Kitap çok hoştu, daha ne diyeyim ki...

Bence konular kitapta daha ayrıntılı ve tatmin edici şekilde yer alıyor, filmde kitaptaki kadar ayrıntı bulamamak üzdü zaman zaman beni...


Filmine gelince; Gökyüzünden 3 Metre Yukarı - Aşka Yükseliş olarak geçiyor ismi... 

Yıllar önce okuduğum bu kitabın bir filmi olduğunu yeni öğrendim bu sene. Öğrendiğim gibi de izlemek için ilk fırsata baktım. Ama dediğim gibi, filminden iyi mi diye emin olamadım başta. Ama sebebi olay kurgularını aktarması değildi, karakterler için oyuncu seçimleri idi önceliğim. Benim kafamda oluşturduğum Babi karakteri başkaydı ama erkeğe gelince, gerçekten tamamen kafamda düşündüğüm karaktere uygun buldum. Yani kitaptaki karakter Hugo'yu, en güzel Mario Casas oynayabilirmiş ve oynamış bence... :)

Filmlerin kitaplarının yapılmasına birçok kişi gibi karşı değilim -bunu hep belirtiyorum galiba- ama bazı eksiklikleri görünce -özellikle de bazı hızlı geçişleri- bu sefer filmi olmasa da olurmuş diyorum. Bu filmde de bu hızlı geçişler beni rahatsız etti. Bu kadar kötü konuşmak istemezdim ama çok eksiklik bulduğum Filmlerden biriydi, kitabı olanlar arasında bence. Ama konu bütünlüğü yine de diğer kitabı olan filmlere göre çok iyiydi... Göçebe kitabının filminden sonra ama... :) ( Filmi Olan Kitaplar #4 - Göçebe )

İtalyan gençlerin yaşadıkları yer açısından da baktım, kitapta yeri geçen her yer filmde bana göre eksiksizce kurgulanmış ama olayların kurgusu eksik tutulunca bu güzel etmen geçersizliğe doğru gidiyor. Kitabı okumuş olmama rağmen, filmde bunların eksikliği rahatsız etti işte beni. İtalya kavramının içinde geçen bir kitabın filmi olması yine benim için bir artı idi, dediğim gibi; malum İtalya ve İtalyanca'ya merakım var biraz. Filmine derece verecek olursam, 100 puan üzerinden 85 puan verirdim... :)

Bundan sonrası, filmler ve diğer noktalar ile ilgili Spoiler içerecek; benden söylemesi... 


Gelelim ikinci filme; Aşka Yükseliş-Sensiz Olmaz diye geçiyor ismi...



Kitabı var mı, yoksa kitabın sonunun yarım kaldığından sebeple mi ikinci bir film çekildi bilmiyorum. Benim ikinci filmi olduğunu da gördükten sonra araştırdığım üzere, ikinci bir kitap yok. Ama ikinci bir film var. Şimdi gelelim üstteki resimlere; soldaki resim Babi ile Hugo, sağdaki resim de Hugo ile Gin...

Öncelikle ikinci film, benim için ilk filmden daha tatmin edici idi. En azından kurgularıyla bütünlüğü koruyan bir filmdi, ilk filme göre. Çünkü kitapta en güzel yerlerin anlatıldığı sürprizler ve fedakarlıklar yoktu ya ilk filmde, ikinci filmde de bu dert yoktu. Hugo ve Gin benim için daha samimi bir çift oldu ikinci filmden sonra...

Filmi Olan Kitaplar yazısı yazmak bu anlamda zor, anlatabilmek istiyorum iyice mesela şu fikrimi; kitaptaki Hugo ve Babi çok iyi bir çiftti, ama ilk filmde yeterli düzeyde ilişkilerine değer verilmemiş gibi görülüyor. Sonra ikinci filme de gelince, Gin Step'i toplayan etken olmuş ve durumları da bu sayede toparlamış görünüyor. Sonra bir bakıyorsun, Step de Gin'i toparlıyor. Derken öylesi bir uyum görünüyor ki... Gin bana daha yaşam dolu geldi; ikinci film de bu sebeplerden, Hugo ile aralarındaki etkileşimi bana daha iyi geçirebildi işte... :)

Kısacası tüm bunların sonucunda; filmlerde Step (Hugo) ve Gin, kitapta ise Step ve Babi çifti favorim oldu. Evet garip bir kızım galiba. Ama anlatabildiğime mutluyum. Kitabı okuyun derim, demek istediklerimi anlayacağınıza eminim... :) (Ama beklentiyi de çok yüksek tutmayın, benim beğendiğimi beğenecek değilsiniz elbette. Beklenti büyük olunca, sonu hüsran da olabiliyor genelde. Umarım sizin için hüsran olmayacaktır.)

O zaman, bir Filmi Olan Kitaplar yazımın daha sonuna gelmiş bulunmaktayız. Sevgilerim ve saygılarım bu kitabı yazana ve filmleri çekenlere öncelikle, sonra da benim gibi Filmi olan kitapları sevenlere veyahut sevmeyenlere... :))


10 Aralık 2016 Cumartesi

Yılbaşı Konseptleri Ve Planlar; En Sevdiklerimden


Bir an önce Kasım'dan kalan yazılarımı bitirmem gerek, diye düşünerek Kasım'dan kalan resimler ve düşüncelerimle geldim bugün buraya. Nihayet... Biraz daha yazmazsam diğer yazılara da ağırlık verme hissiyatım yok olup gidecek gibi geliyordu çünkü bana. 

Aralık geldi; bir yılbaşı heyecanı daha benden başkalarını yavaştan yavaştan sardı mı henüz anlayamasam da sosyal medyadan, benim heyecanım yine herkese göre erken ama bana göre tam zamanında başladı. Kasım sonu, Aralık başı yeni bir yıla kavuşmaya girişmek demek benim için çünkü. Ve bu süreçlerde en sevdiğim de; yılbaşı konseptleriyle süslenmiş mağazaların vitrinlerini, Avm'lerin ortak alanlarını, dergilerin kapaklarını ve içeriklerini, her internet sitesinin de kendini bu yönde hazırlayışlarını takip etmelerim. Unutmadan, bir de Yılbaşı hediyeleri ve temaları için DIY projeleri hazırlayan vloglar var... Bunlar benim en sevdiğim konseptlerden birinin, Yılbaşının - yeni yılın gelişinin sesleri...


Yeni bir yıl heyecan, yeni umutlar ve daha da canla başla hayata sarılma arzusu uyandıran etmenlerden biri benim için. Sebebi belli değil mi? Hepimiz yeni bir yıla girince, sanki her şeye yeniden başlıyormuş gibi hissetmiyor muyuz? Bende bu durum senelerdir var. Her sene vazgeçilmez bir telaş; içten içe ve yer yer haykıra haykıra gerçekleşen bir süreç. Sonraları genelde fiyasko ile sonuçlanan ama insana bir o kadar da umut veren kararlar alıyoruz mesela. Gerçekleştirebilenlere helal olsun diyorum, kendi gerçekleştirdiklerim için de kendime helal olsun'u eksik etmiyorum tabii... 

Seneler önce zayıflayacağım diye başladığım yolda; üç senedir ancak bir yol katedebildim ve bu durum bu sene kalıcı olma yoluna girebildiğim bir süreç oldu. Artık aldığım kiloların üzerine yenilerini arttırarak eklemediğimi düşündüğüm günler yaşayabiliyorum...

Egzersizlerimi aksatmayacağım dedim; daha önceden kendi yaptığıma şimdilerdeki kadar ağırlık vermezken, 3 yılda deli bir gayretim var. Artık sorumluluk alma yaşlarıma geldigimi hissettiren cinsten bu durum da...

Yazacağım, daha çok yazacağım diyorum her sene; üç senede bu durumu ancak şu son 6 ayda köklü olarak değiştirebildiğime inanıyorum, öncesindeki 6 ayın etkisi de hakim tabii ki. :)

Dil Çalışacağım derim yıllardır, gerçekleştirebildim mi orası meçhul. Kimi zaman, gördüğüm herhangi bir cümleyi kelimeleri basit veya az biraz orta düzeyde de olsa doğru anladığım oluyor. Bunu da bir gelişme sayıyorum işte... :)


Derken Kasım ayındaki ara sınavlarda Avm'lerde gezerken tüm yapılmış hazırlıklar altında bunları düşündüm işte. Geride kalan-şu ana yansıyan ve gelecek dediğimiz şeyler, nasıl yansıyor her hazırlık ve başlangıca. Bu senenin sonuna gelirken, gerçekleştirebildiklerime sevinir halde buluyorum kendimi işte. Çok şükür...

Gerçekleştirebildiklerimin hiç kolay olmadığını gördüm bir de. Ben bir sürü plan program yapar ve kendime en büyüğünden hedefler koyar halde iken, şunu unutmuşum; "Büyük başarılar, küçük küçük adımların birleşmesi sonucunda gerçekleşir." Oysa biz küçük adımları es geçip ulaşmaya çalışırız hedefe, en acelesinden. Yapamamayı, vazgeçmeyi, yeniden sarılmayı ve en sonunda da sabrı öğretti bu süreçler bana...



Hayallerimiz için oluşturduğumuz tüm hedeflerimiz; hazırlıklarımızın, başlangıçlarımızın ve de bu güzelliklere kapıldığımız anlarda geçiyor işte... Benim karşıma çıkan ve en sevdiğim süslemeleri gösteren resimler bunlar oldu bu sefer. Sanmıyorum bir daha gider miyim yılbaşına dek herhangi bir Avm'ye. Gittiğimiz Avm'ler, ama bu resimlerin oluşmasından öncesi bu konseptler düşünmeye ve bu yazıyı yazmaya itti işte... 

Bu yılı bitmesine 15 günden fazla zaman varken, erken yıl sonu değerlendirmelerime başlamış gördüm kendimi şimdi. 2016; bol kırgınlıklar, bol anlaşmazlıklar ama yaz gününde dolu dolu sevdiklerimizle vakit geçirmelere iten sebepler ışığında geçti... Sevdiklerimin kıymetini de, sağlıklı halde yazmanın ve yazabilmenin değerini de daha çok anladım bu sene.

Çok kavga çok anlaşmazlık ve de çok hastalıkla geçti 2016, sürüyor bile hala. Ama geçmeye yüz sürer oldu bu durumlar bu Aralık'ta... 2017 aratmasın bize geçmişi, yaşatsın doya doya yeni güzel günleri...

Not; Değerlendirmelere erken başladım, karşıma çıkan fırsatları değerlendirdim bir nevi. Son zamanlarda yaptığım bu girişimin faydasını gördüm çokça. Ve sizlerden de bekliyorum ya, erken değil hadi bir değerlendirelim ve bakalım kendimize her noktadan. Sevgilerimle... :)


9 Aralık 2016 Cuma

Fizyoterapi Değişen Düzen Ve Uzay Terapi Çalışmalarımız - Aralık 2016


Kasım Sonunda yine bir fizyoterapi değişikliği ile, Aralık ayında nihayet rayına oturduğunu hissettiren -senenin her haftasında iki gün olmak üzere aldığım Fizik Tedavimde- bir tedavi düzenim var artık yeniden... 2 aydır beraber çalıştığımız Sultan abla eşinin işi sebebiyle şehir değiştirdiği için Yasemin ile devam edeceğiz derslerime. 2 seans fizik tedavi aldığım Doruk'tan sonra, ilk defa yaşıtım biriyle bir tedavi düzeni oluşturduk. Bu zamana kadar, hep ablalarım ve abilerim olmuştu. Bu sefer, arkadaş gibi hissettiğim biri ile başladık... Hayırlısı olur inşallah hakkımızda... :)


Değişen Fizik Tedavi Düzenime Dair...


Yasemin ile ders yaptığımız zaman resim falan çekmedik daha hiç, o sebeple bende Kasım ayında Yalova'da Uzay Terapimde çektiğimiz derslerden birindeki resimlerle anlatmak istiyorum... :)

Yasemin sağolsun, uzun zamandır tam istediğim gibi bir fizyoterapist olarak karşıma çıktı çok şükür. Benim Tamara ablamda ve öncelerinde istediğim ve bulduğum fizyoterapist düzenimi bana verdi yeniden. Benim neye ihtiyacım olduğundan ve hastalığım için yapılan tedavilerimden bahsetmemi istedi öncelikle. Önce benim için de hastalığımın ve birbirimizin hikayesi önemli, fizyoterapi dediğimiz olguda da... En başta elektriği aldım Yasemin'den yani. :))

Yukarıdaki resimleri ise şu sebeple seçtim; belimdeki boşluk ve karın kaslarımın zayıflığının şimdiki halinin görülebildiği resimler bunlar çünkü. Yasemin önceliğimi sorduğunda ilk olarak; belimdeki boşluğun benim için öncelik olduğunu ve bunu karın kaslarımın zayıflığının da tetiklediğini bildiğimi söyledim. Bunlar görünen ve öncelik verilmesi gereken şeyler benim için de, dedi Yasemin. 

İkinci anlaşabildiğimiz nokta, fazla tek bir noktaya odaklanmamaktı. Benim hastalığım tüm kaslarımı etkiler dozda. Tüm beden kaslarımı çalıştırabileceğim bir tedavi olmasını istiyordum bu yüzden yine. Beni hafif düzeyde görmemesini, kaslarımın dayanıklılığını iyice test etmesini ve bir önceki fizyoterapimde olduğu gibi çok yavaş düzeyde değil olabildiğince aktif bir ilerleme kaydetmeye çalışmamızı istedim... 

Yasemin ile tüm bu doğrultularda çok iyi anlaştık, uyumlu bir hasta-fizyoterapist ilişkimiz oldu maşallah. :) Son noktada anlaşabildiğimiz nokta da, ona abla demememi istemesi oldu. Zira yaşıtmışız ama ben çok alışmışım işte, fizyoterapistlerimin benden büyük olmasına; geçen hafta ağzımdan sürekli bir "abla" kaçıyordu, bu hafta ise öyle bir şey olmadı... :) 


Yasemin isteklerim ve beklentilerim doğrultusunda, kendisinin de benden beklediği ödevlerin olduğunu söyledi. Seve seve makul oldukça yapabileceğimi söyledim bende. Benden istediği ödevler;

-Solunum egzersizlerimi ve solunum aletimle çalışmayı ihmal etmemem, 

-Günde 1 saate çıkana dek kendimi yüzüstü yatar pozisyona alıştırmaya başlamam. Çünkü dizlerimdeki fleksörlerin bir an önce toparlaması gerektiğini ve bu rutin egzersizle diz fleksörlerini gerdirebilmemizin daha kolay olabileceğini söyledi.

-Oturduğum yerde elime aldığım hafif bir su şişesiyle başlayarak dirseklerimdeki kısıtlılığı ve üst kol kaslarımı su şişesini çekme hareketiyle çalıştırmamı istedi. Bu alışkanlık sayesinde de dirseklerimi açmaya ve üst kol kaslarımı da çalıştırabilmeye devam edebileceğimizi söyledi.

-Oturduğum yerde kollarımı yukarılara kaldırıp yapamadığım hareketlere de hafif hafif yönelmemi,

-Oturur pozisyondan kalkıyormuşçasına bacak ve kalça kaslarımı çalıştırmamı,

-Ve de son olarak, yatar pozisyonda kollarımı dirsekten kapalı halde tutmamamı istedi benden...

Bu 6 ödev, rutinlerime giriş yaptı artık. Yasemin'in sözünü dinleyeceğim ve bu çerçevede güzel sonuçlar almaya doğru yöneleceğiz yeniden... :)


 Uzay Terapi Çalışmalarımız İse Tam Gaz Devam Ediyor...


Uzay Terapi çalışmalarımıza gelince; son 3-4 haftadır yerde çalışmaya imkan oluşturan bir sakinlik var hastanede, benim gittiğim gün ve saatlerde. Bu anları değerlendirip dolu dolu dersler yapıyoruz Ali abiyle... 

Diğer dersleri de dolu dolu yapabiliyoruz bu sene kaslarım el verdikçe -ama yerde çalışırken karın kaslarıma ve bel kaslarıma daha çok ağırlık verebildiğimizden ötürü- daha çok ve daha aktif çalıştırabiliyoruz kaslarımı. 

Yukarıda örneklerini görmek, durumlarımı ilerleyen günlerde yine değerlendirebilmek ve hep hatırlayabilmek için; o anları anneme çektirdiğim resimler hakim. Mekik çalışmak bu sıra yaptığımız en önemli ve en sonuç vermesini beklediğimiz hareketlerden biri. Zira bu hareketi yapabildikçe karın kaslarımın gelişip gelişmediğini görebilmek daha mümkün. 

Çalıştığımız 1-2 ay içerisinde, fazla ileri gidebilmiş değiliz bu karın kaslarını geliştirme konusunda esasında. Ama milim milim de olsa ilerleyebiliyoruz ve geriye gitmediğimi görüyoruz en azından. 

Yerde yanlara ve yüz üstüne dönmelerimde, bir iyi bir kötü durumdayım. Ama buna rağmen, ben sırt ve bel kaslarımı çalıştırmak için yüz üstü pozisyonda yarım şınav (Yarım şınav dediğime bakmayın, baş, omuzlar ve kolların kalkabildiği bir şınav sadece) çalışmalarımda kendimi gün geçtikçe iyi görüyorum. 


Çekemediğim mekiklere gelince; 

Çekme kuvvetim yok, onu geliştirmem gerektiğini daha iyi biliyorum şimdilerde. Bunu geçen hafta yaptığımız egzersizlerde, sırtıma yerleştirdiğimiz üçgen minder sayesinde yarım pozisyonda biraz daha iyi yapabildiğimde gördük. Bunun varlığından haberdardım ama Ali abinin daha çok yardımlarından kaynaklı hareketi benim de yapabiliyor olduğumu sanıyordum biraz da. 

Sırtım tamamen yerdeyken yapamadığımı en son kollarım dayanamaz hale geldiğinde anlayabildim, yarım pozisyon başlamayı önerdim Ali abiye. Bu aslında bir bakıma geriye gidiyormuşum gibi görünüyor da olsa, bana hiç öyle gelmedi sonrasında. Yapabildiğim pozisyondan devam etmek daha iyi bile geldi moral olarak... Bundan sonra büyük ihtimal bu pozisyonda ilerledikten sonra, ilk pozisyona döneceğiz; yerle bütün mekik'e... 


Velhasıl; Uzay Terapilerim tam gaz, Yeni Fizyoterapi düzenim yokuşa doğru çıkacağımızı hissettiriyor hallerde iken, moral bakımından da iyiyim bu sıralar. Ekim ve Kasım'dan bu yana, daha umutluyum bu değişen ve gelişen durumlarla. Umarım ileriye dönük gelişmeler kaydedebilir, buralarda müjdeli haberleri yavaş yavaş verebileceğim bundan sonra. Zira iki haftadır o yazıları yazabileceğime inancım yeniden güncellenmiş gibi hissediyorum kendimi. 


Ve bugün Uzay Terapi Cuma'sı benim için. Gitmeden önce yetiştirebildim bu yazımı da. Son olarak da; sağlığımıza olsun çabalarımız ve de mutluluklarımıza diyorum. Sevgilerimle... :)

6 Aralık 2016 Salı

Not Aldım Veya Not Ettim #30 - Hayattan Bana-Bize Mesajlar Var


hayatın verdiği mesajlara değer veririm, karşıma çıkan işaretleri de seve seve alırım. Açıkçası birkaç aydır yine bu durum söz konusu. Cümleler çıkıyor karşıma, akıl aldığım ve güzelliklere götüreceğine inandığım şekilde yönelmeme sağlıyor hayata... Bugün bunlardan bahsetmek istiyorum, Not Aldı Veya Not Ettim yazı dizimde. Öyle güzel cümleler çıkıyor ki 2 aydır karşıma, size-bana öğüt olacak ve yol gösterecek biçimde bence. :) İyi okumalar...


Tarihlerden 18.11.2016-Pazartesi; Yalova Aktif Fizik Hastanesinden Aldığım Uzay Terapi seansıma giderken yolda gördüğüm iki cümle...


1.) Hayat buz tutunca yazı da baharı da birdir.

Bir tırın arkasında önce bu cümleyi gördüm ve bindiğimiz servisi kullanan abiye söyledim; "Az önce yanından geçtiğimiz tırın arkasında böyle yazıyordu." diye. "Anlamadım, ne demek istiyor ki." dedi bana. Şöyle yorumlamıştım bende; "Hayatta kötü şeyler yaşıyorsak eğer, mevsimler yok olur. diyor bence. Bence bu bir tespit gibi bir cümle." dedim. "Bilmem, bana hiç öyle gelmedi." gibi bir şey dedi servisi kullanan abi de.

Ama ben hala güzel bir tespit olarak görüyorum ve geride bıraktığımız Ekim ayında yaşadığımız sıkıntılı dönem de buna örnekti. İnsan uzak yakın birini kaybettiğinde, birinin acısına odaklandığında veya kendi acısını umursayamaz hale geldiğinde ve bu durumlara derinden üzülüp odaklandığında; ne baharın ne de yazın önemi kalıyor. Tamamen kış oluyor etraf sanki, dışınız üşümüyorsa da içiniz üşüyor. Duygusal bir kıştan da bahsediyorum bu noktada aynı zamanda, o duygusal kış ki size hiç bitmeyecek gibi gelebiliyor. Hayat buz tutuyor, zaman değil hayat donuyor...

2.) İyiler bir gün mutlaka kazanır.

Yine ilerlediğimiz doğrultuda, yanından geçtiğimiz bir kamyonun plakasının altındaki tabakada yazıyordu bu cümlede. Ben bu cümlenin anlamından çok, inanış biçimine takılı kaldım gördüğümde. İyilerin bir gün kazanacağına o kadar da inanmıyor olsa gerek, dedim kamyonun alt tarafına yazıldığına bakılırsa...

Bu iyiler kötüler mevzuusuna geldiğimizde de daha geçenlerde yine gördüğüm ve beğendiğim bir cümle geldi şimdi aklıma; "İyiler kötüler kadar cesaretli olabilse, dünya daha güzel bir yer olurdu." İşte bu cümle ile beraber size inanarak söylüyorum ki, her birimiz iyi olduğumuza inandığımız neler varsa o konulara cesaretle yönelerek kendimizi -gerekirse tamamen- verdikçe bu hayata; iyiler mutlaka kazanacak...

30.11.2016 - Çarşamba; Everyody dies but not everybody lives. (Herkes ölebilir ama herkes yaşayamaz.) 



Kasım ayının son akşamı ve bu yazıyı yazmak üzere taslaklara koyduğum bir gündü. Youtube'da Daha Sonra İzle kısmına o kadar çok video biriktirmişim ki, "Bu akşam onları izleyeyim de azaltayım da, bitireyim yavaş yavaş." dedim, hazır ara sınavları da geride bırakmışken.

Kanal D'de haftaiçi sabah programı olarak yayınlanan Aramızda Kalmasın programına Kerimcan Durmaz'ın konuk olduğu kısımı içeren videoyu izlemeye başladım. Kerimcan Durmaz, birçok kesim tarafından sevilen ve bir o kadar da sevilmeyen bir fenomen. Ben sevenlerden tarafım, dinlediğim programlarda değme artistlere ve şarkıcılara taş çıkartacak bir saygıyla konuşuyor. Ayrıca samimiyetsiz şarkıcı ve oyunculardan daha samimi ve doğru bir karakter olarak geliyor. İşleri yolunda gitsin hep inşallah...

Neyse, cümleye gelelim. Dövmelerini gördü sunucular, ayağında idi sanırım; İngilizce olarak "Everybody dies but not everybody lives." yazıyormuş. Gerçekten çok hoşuma gitti bu söz de. Hayatını kendisi yönetmeyenler yaşayamaz bence; bir şeylerin peşinde koşturmaktan vazgeçenler, kendini ve yaratılanı yaradandan ötürü sevmeyenler de öyle... Hepimiz bu üç hatayı yapıyoruz çoğu zaman, yaşamayı unutuyoruz. Size göre, kimler yaşamayı unutanlardır?


= The pessimist complains about the wind; the optimist expects it to change; the realist adjusts the sails. William Arthur Ward.; (Karamsar rüzgar hakkında şikayet eder; iyimser değişeceğini umar; gerçekçi yelkenleri ayarlar.)



Bu cümlenin yazılı olduğu üstteki resmi ne zaman aldığımı hatırlamıyorum ama bilgisayarda 1-2 ay kadardır olduğunu biliyorum. Ben fazla iyimserim galiba, şikayet etmeyi sevmiyorum ve tercih de etmiyorum epeydir. Ama iyimserliğimi, yani bir şeylerin değişeceğini umuyorum uzun zamandan beri.

Ama bir o kadar da gerçekçi olduğum bir dönemde, birçok şeye daha da canla başla sarılmış haldeyim. Yani bu aralar yine bir yandan iyimserliğimi sürdürürken, bir diğer yandan gerçekçiliği de devreye soktum. Planlarım, hayallerim ve olmasını istediklerim için daha da fazla çabalıyorum... Sizler hangisisiniz? Karamsar mı, İyimser mi, Gerçekçi mi? :)


Ve Son; 04.12.2016-Cumartesi; Her şey bitmek için başlar.

Ve en son iki gün önce karşıma çıkan bu sözü, bu yazı için kullanacağım diye kaydetmiştim. Zira her şeyin bitmek için başladığı gibi, bu da bitmek üzere başlayacaktım, başladım... :) Yorumlarınızı bekliyorum...

Sevgiler...

3 Aralık 2016 Cumartesi

2016'nın Son Sınavları - Kasım 2016


26-27 Kasım'ı atlatalı oldu 6 gün, ama ben ancak yazabiliyorum bu yazıyı. Bahsetmek istiyordum ne zamandır Aöf Sosyolojide 5. senemde iken -yani bu dönemdeki- ders çalışmalarımın nasıl geçtiğini ve de nasıl çalıştığımı. Ama bugüne kalmış olması, Kağanımın hafta başından beri rahatsız olmasından ötürüydü, bağırsak mikrobu ile uğraştık durduk tüm hafta. Çok şükür iki gündür ancak toparlanabildi, benim de bu yazıyı yazmam biraz Kağanımdan biraz da yazma isteğimi ertelememden ötürü bugüne kaldı... :)

Pazar günü, son sınavımdan çıkıp da rahata kavuşunca çekmiştim üstteki güneşli resmi. Havanın soğuk olmasına rağmen, bir nebze ısıtabiliyordu güneş geçen haftasonu. Bu hafta geçen haftadan daha da soğuk... Kasım 2016 Ara Sınavlarıma gelince; soğuklara rağmen yorgunluğuma rağmen çok şükür güzel geçti geçen hafta. Sonuçları öyle heyecan ve merakla bekliyorum ki, dersler az kaldıkça daha mı stresli oluyormuş ne insan ve daha da sabırsız sonunu görebilmek için... :) 6 dersim var bu dönem için, vizeler için çok fazla olmasa da yoruldum da yine tabii ki... Ama Cumartesi günü sadece öğlen 14.00'te 3 sınava girerek başlamanın,  bu yorgunluğun az olmasına faydası oldu biraz da...

Benim bu dönemdeki derslerim ile beraber; 14 dersim, yani yaklaşık 1.5 senem kaldı Aöf'den Lisans diplomamı almama. İnşallah kısmet olacak ve seneye bu dönem bitecek derslerim. 6 dersi atlatabildiğimi gördüm bu dönem, 6 dersten fazla oluyor olmak yoruyormuş biraz belki de beni. Bu dönem az sayıda ders almamın bana faydası çok oldu...


Peki, Nasıl Çalışıyorum Derslerime? ; 

Derslerin hepsini yetiştirebildiğim ölçüde özetlerine çalışıyorum önce, yazarak. Yetmiyor elbet sorularına da bakıyorum. Tekniğim belki de biraz oyalayıcı oluyor bana, ama yazarak çalışmak lise yıllarımdan beri edindiğim en iyi çalışma stili benim için. Yazarak çalıştığımda, hem konuları daha anlaşılır okuyorum hem de takıldığım her noktaya daha çabuk odaklanıyorum. 

Aöf kitaplarından gördüğüm şey şu; gerekli olduğu kadar gereksiz cümlelerle de dolu. Bilgiler demiyorum dikkatinizi çekerim, cümlelerle... En basitinden, bir kavram anlatılıyorsa o kavram üç şekilde anlatılıyor; 1.) kendi tanımıyla, 2.) Başka bir ifadeyle diye başlayarak ikinci ama aynı anlamda, 3.) Diğer bir ifadeyle diyerek daha da uzatarak. Bir kavramın birçok kavramına ağırlık vermeyi geçtim, aslında önem verdikleri nedir anlayamayabiliyordum bazen başlarda. Şimdi tecrübeli oldum. 

Beni sıkan şey şimdilerde, kuramlara verilen çok tanımlı anlatımlar. Bir tanım üzerinden gidildikten sonra bazı ders kitaplarında birden fazla tanımlara yer verilebiliyor. Bu kadar ayrıntılı ve bol konulu dersler olunca, ilk senemde bir ara yazarak çalışmayı reddedecek olduysam da çok çabuk vazgeçtim. 5 senedir özetler çıkararak çalışıyorum ve faydasını görüyorum.


Ailemden bile, neden bu kadar çok yazıyor veya fazla ağırlık veriyorsun diye duyduğum oluyor. En çok da ablam ve babam anlayamıyor beni ama benim stilim de bu işte. :) Söz konusu Sosyoloji bölümünün dersleri olunca gerekli oluyor. Her dersin öylesine fazla kuramı ve teorisi var ki, yazmadan çalışmak felaketim olabiliyor doğrusu. Yazmadan ve üstün körü okuyarak anlamaya çalışsam da, unuttuğum ve tekrar ağırlık vermem gereken yerler oluyor. Özet çıkardığım defterlerden ve kağıtlardan daha kolay buluyorum takıldığım notları. Ki geçen sene bu dönem, 7-8 ders alıp da 5 tanesine çalışıp diğerlerinin sadece önemli yerlerini kitaptan çizerek çalıştığım için o iki dersten geçer not alamadım. Bu sene o iki dersimi alttan olarak alıyorum yani...

Özet çıkararak çalışmalarım bittikten sonra; kalan günlerimi ders notlarımı okuyarak tekrar ediyorum ve de sınavlardan önceki günlerimi gireceğim derslerimi son bir kez okuduktan sonra yatıyorum. Sonrasında da sabah aklımda kalanları pekiştiriyorum ve de aklımda takılı kalan noktalara da notlarımdan tekrar bakıyorum. 

Sınava girmeden öncesine gelince; "Ben elimden geleni yaptım, Allahıma ve aklıma sığınıyorum bundan sonrasında da." diyerek sınav oturumlarıma giriyorum, sınav öncesinde annem ile babamın başarılar desteğini de almak üçüncü sığınağım oluyor... :) Sınav sabahında bile tekrar yapıyor olabilirim ama sınav yerinin önüne katar notlarla girmiyorum. (Aman Didem, çok şükür dediğinizi duyar gibiyim :) )

Ben Ajandam ile notlar tutmanın faydasını da görüyorum bu ve benzeri konularda; bitirdiğim ders çalışmalarımı ve bitirmem gereken derslerin isimleri ve gerekli bilgileri yazıyorum. Gün gün ve hafta hafta; sınava kalan süremi, çalışmam gereken derslerin ünitelerini takip ediyorum böylece. Düzenli olmakla başarıyı elde edenlerdenim ben, bunu geç de olsa lisede anlayabildim. Bir benim kadar da düzensiz halde çalışıp da başarıyı getirenler de var biliyorum... :)


Ben böyle çalışıyorum işte. Bugün bu konuda yazmak isteme sebebim; günü gelince nasıl çalışıyordum?'u okumak isterim ve de çalışma disiplini yetersiz gelenlere de belki yardımcı olabilirim diye yazmalıyım dedim... Sizler nasıl çalışıyorsunuz derslere ve işlerinize? Öyle çeşit çeşit çalışma stili var ki... Merak ediyorum doğrusu, değişik gördüğünüz ve çalışırken nelere ağırlık verdiğinizi...


Son olarak ders çalışırken bu dönem dinlediğim müzik tarzlarımdan bahsetmek isterim; 

Ben ders çalışırken müzik dinleyenlerdenim ve bu dönem dinlediğim müziklerin tarzı pek değişmedi diğer dönemlere göre. Sakin slow müzikler ve de amatör sanatçıları dinliyordum çoğunlukla bu dönemde. Bir de yabancı ama insanın içini coşturan slow müziklere ağırlık verip faydasını gördüm bu dönem modum düşükse de... 

Türkçe ve Yabancı olarak örnek verecek olursam; Merve Deniz- Temmuz'da şarkısı Türkçe müziğe ve Ellie Goulding - Still Falling For You... 

Bu iki şarkı benden sizlere gelsin, okuduğunuz için teşekkür ederim ve öğrenciler olarak hepimize zihin açıklığı dilerim. Sevgilerimle... :)